Kürek kemiği nerede bulunur? Kürek kemiği hakkında pratik bilgi

Omuz mafsalını kol kemiği ile birlikte meydana getiren sırtın üst kısmında yer alanyassı bir kemik.Tıp dilindeki ismi "scapula" 'dır. Sağlı ve sollu olmak üzere iki tanedir. Kaburgaların üzerinde yer alır, fakat kaburgalar ile birleşmemistir. Kol kemiğinin yuvarlak başı ile birleşerek omuz mafsalını meydana getirir. Omuz mafsalı, kolun her türlü hareketinde rol oynayan mühim bir mafsaldır. Kürek kemiği ayrıca köprücük kemiği ile de mafsal yapmaktadır. Fakat, bu mafsal, omuz mafsalı kadar mühim değildir.Kürek kemiğinin üç kenarı, iki yüzü, üç köşesi, bir çok çıkıntısı, girintisi, kabartıları vardır. Omuzu ve kolu hareket ettiren kasların büyük kısmı, bu girinti, çıkıntı ve kabarıklıklara yapışmıştır.Kürek kemiği kırıklarına seyrek rastlanır. Kırık olduğunda, kırığın yerine göre değişik derecelerde olmak üzere omuz ve kol hareketleri yaptırılamaz.

Kusmak ve kusma hakkında bilgi, tedavi

Mide muhtevasını ağızdan çıkarma işi. Kusma, çok çeşitli sebeplerle olabilir. Umumiyetle bulantı ve öğürmeyi takip ederse de, ,kafa içi basınç artışı gibi hallerde aniden fışkırıcı tarzda da olabilir. Kusmada midenin rolü pasiftir. Özellikle, karın kaslarının kasılması ile mide muhtevası dışarı atılır.
Kusmanın altında yatan sebeplerle; mide ve oniki parmak barsağının ileri doğru kasılmaları azalmca, midenin ağzı gevşer, diyafram kası ve karın kaslarının kasılması ile karın içi basınç artarak mide muhtevası yemek borusuna atılır. Göğüs içi basınç artışı ve yemek borusunun ters yönde kasılmaları ile yutağa gelen muhteviyat buradan da ağı za ve dışarıya ulaşır. Bu esnada soluk yolu kapanarak kusmuğun akciğere gitmesi önlenir. Merkezi sinir sisteminin baskılandığı hallerde kusmuğun akciğere kaçması önlenemez ve akciğer iltihabına yol açar.
Kusmanın mekanizması: Beyin sapındaki "kemoreseptör trigger bölgesi" esas olarak kusma merkezinin kontrolündedır. Sindirim kanalından, yüksek beyin merkezlerinden veya kemoreseptör trigger zon (bölge) den gelen tembihlere cevaben, kusma merkezi de diyafram kası, karın kasları, mide ve yemek borusunu uyararak kusma meydana gelir.
Kusmayı sağlayacak veya durduracak ilaçlar vardır, ancak kusma bazen önemli hastalıkların belirtisi olabilir. Bu bakımdan kusmanın altında yatan sebep, gerektiğinde araştırılıp, tedavi edilmelidir. Kusmanın sebepleri; uzun süren hazımsızlık, apandisit, safra kesesi iltihabı, karın zarı iltihabı, barsak tıkanması, sistemik enfeksiyon hastalıkları, sindirim kanalının viral, bakteriyel, parazitik hastalıkları, karaciğer iltihabı, beyin ödemi, beyin tümörü, beyine giden oksijenin azalması, migren başağrısı, bazı iç kulak hastalıkları (Meinier gibi), beyin zarlarının iltihabl, kafa içi basınç artması, kalb infarktüsü, kalb yetmezliği, hormonal bozukluk ve değişimler, gebelik, ilaç veya kimyasal maddeler veya psikolojik olabilir. Hamilelikte de çok kere kusmalar olur.
Tedavi: Uygun hallerde kusmayı kesici ilaçlar kullanılır.

Kurşun zehirlenmesi hakkında Sağlık Bilgileri

KURŞUN ZEHIRLENMESI
Kurşunun hazım, solunum veya deri yoluyla vücuda girmesi sonucu ortaya
çıkan bir zehirlenme çeşidi. Önceleri kullanılan yağlı boyalar, kurşun ihtiva ettiğinden, zehirlenmeler ortaya çıkabiliyordu. Bunun yanında kurşun veya bileşiğini kullanan endüstrilerdeki işçilerde de kurşun zehirlenmesi görülebilir. Ayrıca, patlamalı motorlarda vurmayı önlemek için benzine "tetra etil kurşun" ilave edilir. Ancak ekzoz gazı ile havaya geçen kurşun, günümüzde düşük seviyede olup, zehirlenmeye sebep olmayacağı tahmin edilmektedir.
Ayrıca kurşun su boruları (özellikle taşıdıkları su, yumuşak veya asidik ise), lehim, açıkta yakılan pil ve akümülatörler ve porselen desenler boyacılığı gibi sanayi de kurşun zehirlenmesi sebeplerindendir.
Vücuda günde yaklaşık 0,3 miligram kurşun girer. Bunun % 10 kadarı barsakta emilir. Bu küçük bölümü kana girerse de, idrar ve ter ile birlikte dışarıya atılır. Eğer alınan kurşun, günde 0,6 miligram] geçerse, vücut bunun hepsini dışarı atamaz ve birikme başlar. Genellikle çocuklarda bu durum yazın görülür. Bu mevsimde güneş ışığının bol oluşu sebebiyle, vücutta D, vitamini çoğalır. Bu vitaminin barsaklarda kurşunun emilmesini arttırıcı yönde tesir ettiği zannedilmektedir.
Vücuttaki faydası bilinmeyen kurşunun zararı ise büyüktür. Kandaki hemoglobin üretimine zarar verdiği gibi, böbrek ve kalbe de etki edebilir. En önemli tahribat beyin ve omurilikte ortaya çıkar. Şişmeler hasıl olur. Kurşunla yavaş yavaş zehirlenende, aşikar bir hastalık hali olmakla beraber, doktor tarafından kendisine söylenmedikçe veya şüphe etmedikçe hastalığı anlamayabilir. Çünkü belirtileri, sık görülen bir çok hastalığınki gibidir. Bunlar; tekrarlayıcı, keskin, anlaşılmaz karın ağrıları; gitgide artan bir solukluk, yani kansızlık; bilek zafiyeti sebebiyle el ve ayaklarda düşüklük; diş etleri kenarında siyah bir hat; çocuklarda açıklanamıyan bir aşırı uyku hali, rahatsızlık hali ve sık sık kusmadır. Ateş genellikle normaldir. Kurşun seviyesi yüksek kimselerde bu hastalık ölüme sebep olabileceği gibi, tedavi sonucu kurtulsa bile, kalıcı beyin tahribatları meydana gelir.
Tedavi: Kurşunun, ilaçla zararsız bir bileşik haline ggetirilmesi ve idrarla atılmasının sağlanmasıyla yapılır. Bu tür tedavi zor olup, bir kaç ay sürebilir. Önemli olan vücutta kurşun seviyesini artıracak ortamın önlenmesidir.

kurdeşen nedir? Kurdeşen hakkında sağlık bilgisi

Vücudun çeşitli yerlerinde belirebilen, kısa süre içinde kabaran ve kaybolan,
bazen de aylarca sürebilen kaşıntılı ve kızarık döküntüler. Kurdeşene, tıp dilinde "ürtiker" ismi verilmektedir. Kurdeşen, allerjik olabildiği gibi, bedenin değişik reaksiyon mekanizmalarıyla da ortaya çıkan bir aşırı hassasiyet halidir. Oldukça sık rastlanan bir hastalıktır.


Kurdeşenin çeşitli sebepleri vardır: Çuha çiçeği ye ısırgan otunun deriye teması, böcek ısırmaları, sıcak, soğuk, sürtünme tahrişi veya vurma, çarpma tazyiki, polenler, tozlar ve buharların solunum yoluyla alınması, bazı ilaçlar, kan nakli, serum ve aşılar, bazı kimyevi maddeler, deterjanlar, kanser hücrelerinin parçalanma ürünleri, hormon
enfeksiyonlar ve psikolojik dengesizlikler, mide-barsak bozuklukları, mantarlar ve
tenya, solucan gibi parazitler, kurdeşene sebebiyet vermektedirler.
Sebep ne olursa olsun, meydana geliş mekanizması; derideki bazı özel hücrelerden (mart hücreleri) histamin, bradikinin, seratonin gibi maddelerin salınıp, mevzi ödem gelişmesidir.
Döküntülerin rengi açık sarı, açık kırmızı veya alacalı olabilir. Kaşıntı ve yanma yanında hafif ateş müşahade edilebilir. Nadiren döküntüler ağız, dil ve gırtlakta da yerleşerek ses kısıklığına, nefes darlığına ve hatta ölüme bile yol açabilirler.
Tedavinin esası, kurdeşeni meydana getiren sebebi bulup ortadan kaldırmaktır. Kurdeşenli hastaya kuvvetli müshil verilerek barsaklar boşaltılır. Ses kısıklığı olan durumlarda adrenalin kullanılır. Diğer durumlarda antihistaminikler verilir.

Kum sancısı nedir ? Kum sancısı hakkında sağlık bilgisi

Böbreklerde fazla ürik asit ve oksalatın birikerek sancı ve hastalık yapması. Ürat kumu: Hücrelerde, gıda maddelerinin noksan yanmasından kum hamI olduğu gibi, azotlu maddelerin noksan parçalanmasından da ürat kumu hasıl olur. Böbreklerde şiddetli ağrı olur. Fazla ürat birikmesi taş yapar. Ağrı bel ve karma yayılır. İdrar az bulanık, bazen kanlıdır. Kusma olur. Ürat bulunan idrar sarı kırmızı olur. Isıtılınca ürat eriyip, berrak olur. Soğuyunca tekrar bulanır.


Genç hayvanlar (dana, kuzu, oğlak, genç kuşlar, piliç), jelatinli etler (dana başı, paça, peltelenmiş et suyu), iç organ etleri (beyin, böbrek, dalak, karaciğer, işkembe, sucuk), konserve etleri, mantar, çikolata ve ekşi meyveler, sıcak meşrubat, sıcak kompres koymak yasaktır. Ekmek, sebzeler (mercimek, fasulye, bakla, bezelye) az verilmelidir.


Büyük hayvan etleri (sığır, koyun), taze av etleri (tavşan gibi), kümes hayvanları, çok taze balık, soğuk süt, yumurta verilir. Yeşil sebze, patates, tatlı meyve verilir. Taze peynir verilir. Kahve, gaz oz yasaktır. Hafif ılık çay verilir.


Oksalat kumu: Çok sebze yemekten hasıl olur. Bilhassa, oksalat bulunan sebzeler yasaktır. Kuzukulağı, ıspanak, beyaz fasulye, semizotu, elma, armut, frenk üzümü (ahâ dudu), kiraz, vişne, çilek, incir yasaktır. Domatesin zararlı olmadığı anlaşılmıştır. Biber, çikolata, kakao yasaktır. Mesane ve böbrek hastalığı yoksa bilhassa beyaz et verilir. Kepeksiz beyaz ekmek yemelidir.


İdrar yaparken sızısı olan ve bel ağrısı olanlar, idrarda ürat veya oksalat kristallerine baktırmalı, kumun tipine göre diyet tatbik edilmelidir. (Bkz. Böbrek taşları).

Kulunç nedir? Kulunç kimlerde olur? Kulunç hakkında bilgi

Kol, bacak ve gövdede sebebi tam açıklanamıyan ağrıh durum. Tıp dilindeki ismi
fibrositis olan kulunç, oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Umumiyetle boyun ve sırt ağrısı olarak karşımıza çıkar. Fakat adalenin bulunduğu her yerde bulunabilir.
Romatizmal şikayetlerle gelen hastaların yüzde onbir kadarını kulunçlu hastalar teşkil eder. Primer (birinci() fibrositiste sadece ağrı vardır. Sekonder (ikinci!) fıbrositis ise, müzmin enfeksiyonların ve bağ dokusu hastalıklarının seyri esnasında görülür. Sadece kulunç denince primer fıbrositis anlaşılmaktadır. Kulunç ağrısı, tetik nokta denen bazı bölgelerde daha fazla duyulur. Tetik noktaya basmakla ağrı artar. Hareketsizliklede ağrı artar. Hafif ekzersizle ağrı azalir, ağır ekzersizle artar. Kulunç, psikosomatik bir hastalık olarak düşünülmekte ve şahsın ruhi gerilim sonucu kasılmış adalelerini, şuurlu olarak gevşetememesi sebep olarak görülmektedir. Adale içinde sert düğümcükler ve şeritler ele gelir. Nodüllerin (düğümcükler) bulunduğu yerler, tetik noktalara uyar. Bu düğümcüklerin, adale içinde birikmiş olan sümüksü maddelere veya daha sık olarak yerleşmiş olan normal adale hücrelerine bağlı olarak meydana geldiği düşünülmektedir.
Kuluncun ağrı dışında hiç bir tehlikesi ve zararı yoktur. Hastaların bu yönden rahat olması gerekir. Tedavide, lokal sıcak tatbikatı, sinir ve adale gevşetici ilâçlar kullanılır. Adaleyi, hastanın şuurlu olarak gevşetmesini sağlayacak gevşeme ekzersizleri, belki de tedavinin en önemli bölümünü teşkil eder. Ense ve omuzlar örtecek büyüklükte bil havlu, sıcak suya batırılır ve yakmayacak sıcaklıkta iken omuza konur. Eller göbek üzerine bağlanır. Vücut gevşek bırakılır. Kafa önce mümkün olduğu kadar sağa, sola, sonra öne, arkaya eğilir. On-onbeş defa yapıldıktan sonra bu defa başa daire çizdirilir ve bu esnada gözler açık olmalıdır. Daire hareketi, her iki tarafa yapılmalıdır. Ayrıca bu seans esnasında sırt,boyun ve omuz kaslarına masaj yapılır.
Sıcak havlu birkaç defa değiştirilene kadar bu ekzersizler ve masajlar tekrar edilir. Elektronik akupunktur cihazı ile yapılacak uygulamalar da çok faydalıdır. Çok iyi neticeler alınmaktadır. Ayrıca halk arasında "şişe çekmek" diye bilinen uygulama da fayda sağlamaktadır.

Kulak ve kulak iltihapları hakkında bilgiler

KULAK
Kaşın iki yanında bulunan işitme ve denge organı. İki gözle görme derinlik his verdiği gibi iki kulakla işitme, seslerin yön tayininde önemlidir. Kulak, bir dizi kanal, zar, kemikçik ve sıvıların ilahi ve hassas bir nizam ile dizilmesinden meydana gelmiştir. Ses dalgalarını ve durumla ilgili uyarıları elektriki dalgalara çevirip merkez organa (beyne) yollaması, insana işitme ve denge gibi iki büyük nimeti kazandırmıştır. İnsan kulağı, dış, orta ve iç kulak olmak üzere üç bölüme sahiptir.
Dış kulak: En dışta; sesleri toplayıp yönlendiren kulak kepçesi bulunur. Kulak kepçesi kıkırdaklar ve bunların üzerini örten deriden meydana gelmiştir. Kıkırdaksız olan kısmına "kulak memesi" denir. Kulak kepçesinin orta-ön kısmında bulunan deliğe "kulak yolu dış deliği" denir. Buradan dış kulak yolu başlar. Bu yol, anatomik özellikleri dolayısıyla sesin kalitesini bozmadan hassasiyeti arttırır. Dış kulak yolu 25 mm. uzunluğunda düzensiz bir silindir olup, 1/3 dış kısmın çatısı kıkırdak, 2/3 iç kısmının çatısı kemikteııdir. Bu yolun sonunda kulak zarı bulunur. Kulak zarı; dışta deri, ortada bağ dokusu, içte de orta kulak mukoza zarı olmak üzere üç kattan husule gelir.
Orta kulak: Temporal kemik içerisinde altı duyarlı bir kemik boşluktur. Ön iç kısmındaki "östaki borusu" sayesinde yutakla birleşir. Bu durum kulaktaki iç ve dış basınçları deııgeleme yönünden çok önemlidir. Östaki borusu normalde kapalı olup yutkunma ve esneme durumlarında açılır. Üst kısmından kulak arkasındaki mastoid kemiOn hava dolu hücrelerine açılır(. Bu ilgi orta kulak iltihapları n bu kemiğe geçmesi açısınan önemlidir.
/ Orta kulakta bulunan önemli kısımlardaıı biri de kemikçikler zinciridir. Çekiç, örs ve üzengi kemikçikleri zar ile iç kulağın bağlantısını sağlarlar. Bu üç kemikçik vücudun en küçük kemikçikleri olup, zara gelen titreşimi takriben 12-19 kat arttırırlar ve iç kulağın "perilenrsıvısına iletirler. Çekiç kemiği zara yapışıktır. Örs, ortada ve üzengi ise iç duvarda yapışıktır. Üzengi kemiğinin yapıştığı nokta oval pencere adını alır ve iç kulağa titreşimlerin iletimi buradan olur. Orta kulakta bunlardan başka zarı gererek hassasiyeti arttıran "Tensor timpani" kası ve "üzengi" kası bulunur. Üzengi kası çok şiddetli seslerin iç kulağa iletimini azaltmakla görevlidir.
İç kulak: Birbirleriyle birleşen bir takım kanallar ve boşluklardan yapılmış bulunan iç kulak bu karışık şekilden dolayı "labirent" adını almıştır. Labirent; "Kemik labirent" ve "zar labirent" olarak iki bölümdür. Kemik labirent dışta ve koruyucu görevli olan kısımdır. Zar ve kemik labirentler arasını "perilenf" denilen sıvı, zar labirentin içini de "endolenr sıvısı doldurur.
Labirent yapı ve görev bakımından "salyangoz" (koklea) ve vestibül kısımlarını ihtiva eder. Vestibülde yarım daire kanalları ile, utrikül (kırbacık) ve sakkül (kesecik) ise denge organıdır.
Koklea: 2,5 kere üzerine kıvrılmış bir salyangoz kabuğu biçimindedir. İşitmeyi sağlayan koklea bölümüne "korti organı" denilmektedir. Koklea kanalının içinde devamlı bir şerit gibi devam eden korti organında işitme, titreşimden elektrik dalgalarına çevrilerek, beyine iletime hazır hale getirilir.
Vestibül: Kesecik, kırbacık adlı boşluklar ve üç yarım daire kanalından yapılmıştır. Yarım daire kanalcıkları utrikul (kırbacık) kısmına açılır. Bu organda dengenin sağlanmasında görevli iki tür reseptör (alıcı) bulunur.
Kinetik reseptörler; her üç yarım daire kanallarının şişkin kısımlarında bulunurlar ve hareketler esnasında ortaya çıkan basınç değişikliklerini algı!arlar.
Pozisyon reseptörleri; duran bir insanda başın pozisyonu ile yerçekimi arasında ilgiyi kurarak dengeyi sağlarlar.
Işitme: Titreşimlerden saniyede 16-20.000 frekanslar (sıklık) arasında olanlar, insan kulağı tarafından ses olarak alınmaktadır. Titreşim kulak kepçesi tarafından toplanıp dış kulak yolundan zara iletilir. Zarın titreşmesiyle, ona bağlı olan çekiç kemiği de titreşir ve kemikçikler sistemi hareket eder. Bu sistem sesin şiddetini ortalama 16 (12- 19) defa arttırmaktadır. Üzengi kemiğinin yapıştığı oval pencereden titreşimler sıvı sisteme iletilir. Sıvı sistemin hareketi ve koklea içindeki korti organına tesiriyle elektriki uyartılar doğarak ses beyinde idrak edilebilecek hale gelir.
Orta Kulak İltihabları
Kulağın en çok görülen hastalığı. Çocukluk çağlarında oldukça fazla görülen bu hastalığın başlıca iki şekli vardır. Birincisi irinsiz orta kulak iltihapları, ikincisi irinli orta kulak iltihapları. İrinsiz orta kulak iltihaplarınin pek çok sebepleri olmakla beraber başlıcaları şunlardır: Çocukluk çağlarında sık sık tekrarlayan üst solunum yollarının virüs enfeksiyonları, allerji, atmosfer basınç farkları. Bu şekilde hastanın şikayetleri şunlar olabilir. Kulakta ani tıkanma ve ani ağrı, yavaş gelişirse işitmede azalma, kulakta çalkantı hissi, bazen çmlamalar. Tedavisinde, orta kulağa çeşitli metodlarla hava vererek negatif basınç düşürülmeğe çalışılır.
İrinli orta kulak iltihaplarında ise âmiller, irin yapıcı mikroplardır. Bunlar soğuk algınlığı, nezle, üşütme, genel vücut mukavemetinin kırıldığı durumlarda kolaylıkla orta kulağa ulaşarak orada çoğalır ve iltihap meydana getirirler. Halsizlik, ateş, nabızda hızlanma, zonklama şeklinde kulak ağrısı, gittikçe artan ağır işitme, uğultu ve çmlamalar başlıca şikayetlerdir. İrinin orta kulakta birikip zarı germesiyle gecikilmiş vakalarda dayanamayan zar zayıf bir yerinden patlak verir ve irinin dışarıya akmasıyla, hastanın şikayetleri ortadan kalkar. Fakat bundan sonra bir akıntı başlar. Bu şeklin tedavisi ise, zarın kendiliğinden delinmesine fırsat vermeden aynı işi doktorun yapmasıdır. Çünkü, zarın en tehlikesiz yeri olan arka-alt dörtte biri doktor tarafından delinerek bu iş yapılır. Kendisi delinirse daha değişik, tehlikeli yerlerden olma ihtimali fazladır. Aynı zamanda doktorların yaptığı düzgün kesik, çok daha kolay kapanır. Fakat, kendiliğinden delinmelerde kulak zarı, kolay kolan kendini tamir edemez ve zar delik olarak kalır. Her iki durumda da irin boşaldıktan sonra uygun antibiyotiklerle destek sağlanır.
Herhangi bir sebeple iyi tedavi edilememiş orta kulak iltihaplarında ileride çeşitli kötü durumlar meydana gelebilir. Zar tamamen tahrip olup işitemez hale gelebilir, kemikçikler iltihaba iştirak edip, çalışmaz olabilirler veya orta kulaktaki iltihap damarlar yoluyla beyine ulaşabilir. Kemikçiklerin normal durumda olmasına rağmen zarın işlemediği durumlarda plastik ameliyatla yeni bir zar yapılabilir. Zar olarak vücudun herhangi bir kısmından alınan fasia adı verilen zara benzer teşekküller kullanılır. Bu sayede oldukça iyi işitme temin edilebilir.
Had orta kulak iltihapları en çok bebeklik çağında görülür. Çocuk oldukça huzursuzdur. Sürekli ağlar, elini kulağına götürür, kulağına parmakla bastırılınca çığlığı basar. Otoskopla bakılırsa, kulak zarının kızardığı ve dışa doğru bombeleştiği görülür. Bu dönemde yapılan uygun tedavi ile durum kısa zamanda normale döner. Mü zminleşen vakaların tedavisi de giderek zorlaşır. Hastanın kulağı yıllarca akar durur. Halk arasında yanlış olarak yerleşmiş bulunan "akan kulaktan zarar gelmez" inancı- nın da tedavinin ihmal edilmesinde rolü vardır.

KULAK ÇINLAMASI
Hastanın kendisi tarafından bazen çok nadir de olsa başkaları tarafından da duyulabilen ve baş içinde meydana gelen bir takım sesler.
Sümkürme, çiğneme, esneme gibi olaylara eşlik eden sesler normal olarak kabul edilir ve kulak çınlamaları grubuna girmezler. Asıl çınlamalar bir takım hastalıklarla beraber görülenlerdir.
Kulak çınlamasının tipleri: Çınlamalar devamlı ve belirli aralıklarla olabilir. Menşei, iç kulaktaki işitme organında (koklea) veya bunun dışında olabilir. Çınlama, yalnız hastanın kendisi tarafından duyulursa sübjektif, hasta ve çevresindeki şahıslar tarafından da duyulursa objektif olarak adlandırılır. Çınlamalar; bilhassa titreşim yapan (Vibratuar) veya titreşim yapmayan (Nonvibratuar) olarak iki tipte mütalaa edilirler.
Titreşim yapan (Vibratuar) çınlamalar: Bu tip çınlamalar, boğaz ve' ağız içindeki bir takım kasların anormal bir şekilde titreşimlerinin ve kasılmalarının neticesi olarak takırtılı sesler halinde, bazen başkalarının da duyabileceği bir takım seslerdir.
Kalb-Damar sistemine ait hastalıklarda da kulak çmlaması görülür. Bunlarda genellikle hasta tarafından ve bazen başkası tarafından da kulakta nabız atması şeklinde ritmik bir sesin husule geldiği duyulur ki, hipertansiyonu olanlarda veya âni olarak tansiyon artmalarında bu aşikardır. Keza, kulak çevresindeki atardamarlara ait hastalıklarda da nabızla beraber duyulan ritmik sesler vardır. Toplardamarlara ait sesler ise ileri derece düşük tansiyonlu ve kansız kimselerde görüldüğü gibi, devamlı olarak derinden gelen bir uğultu şeklindedir. Kuvvetli beden hareketlerinden sonra bir müddet için, kulakta nabız atması şeklinde bir ses işitmek de mümkündür. Fakat dinlenince geçen bu olay normal bir durumdur.
Titreşim yapmayan (Nonvibratuar) çmlamalar: Bunlar kulak dışında doğan titreşimlerin iç kulaktaki işitme organına erişmesi şeklinde değil de bizzat işitme organının sinirsel kısımlarında çeşitli sebeblere bağlı olarak meydana gelen bozukluklar sonucu ortaya çıkarlar. Mesela yaşlılıktaki işitmenin azalması ve kaybındaki (Presbiakuzi) çınlamalar böyledir. Yine şeker hastalığı gibi metabolik bozukluklarda, hipertiroidizm gibi hormonal sistem bozukluklarında; kinin, salisilik asit, alkol, nikotin, arsenik, kurşun, fosfor, karbonmonoksit, karbonbisülfat, morfir., atropirı ve etilen boyaları gibi ilaçların, kimyasal ve toksik (zehirli) maddelerin vücuda alınmasında; streptomisin, neomisin, kanamisin gibi antibiyotiklerin kulanılmasında işitme organının sinirsel kısımları harabiyete uğramaktadır. Bunun sonucu olarak işitme kayıpları, baş dönmeleri ve bu arada kulak çınlamaları meydana gelebilmektedir.
Kafa travmalarında (çarpmalarında) meydana gelebilen diğer hasarlara işitme organı da iştirak etmişse, devamlı veya âniden yüksek sese maruz kalınmışsa, husâle gelen hasar sonucu işitme kaybı ve kulak çınlaması ortaya çıkmaktadır.
Dış kulak yolunun tamamen kulak kiriyle dolmasında;
orta kulak ve iç kulak iltihaplarında; yine iç kulakta damarların genişlemesi ve kan sızdırması, su toplanması gibi hadiselere sebep olan allerji, lösemi (kan kanseri) gibi hastalıklarda kulak çınlaması bulunabilir.
Ayrıca işitme sinirlerinin bir tümörie baskıya maruz kaldığı durumlarda ve bu siniri de tutan sirengomiyeli gibi sinir sistemi hastalıklarında da kulak çınlaması vardır.

Kuduz olmak kuduzluk hakkında bilgi

Merkezi sinir sistemini ağır şekilde tutan bir zoonoz (insanlara hayvanlardan
geçen hastalık). Bugün bile insanlarda ölüme sebep olmaktadır. Etkeni, Rhabdoviruslar gurubundan bir RNA'lı virüsdür. Kuduz hayvanlarının salyasında bulunur ve genellikle ısırma suretiyle bulaşır. Tabii konakçısı olan vampir (kan emici) yarasanın, yağ dokusu ve tükürük bezinde bulunur. Bu yarasa dışında bütün memelilerde koruyucu tedbirler alınmazsa hemen daima öldürücüdür. Bugüne kadar belirtiler ortaya çıktıktan sonra kurtulan sadece üç yaka mevcuttur. Ölüm, özellikle solunum felci ile olur.
Hastalığın kuluçka süresi; sekiz günden iki yıla kadar değişebilir. Ortalama kırk gündür.
Bu devrede kuduz aşısı veya anti serumu yapılırsa hastalık belirti vermeden önlenebilir. Aşının gayesi vücutta çabuk ve yüksek seviyede antikor hasıl edip virüsün nötralize edilmesidir. Klinik belirtiler çıktıktan sonra, aşıdan fayda beklenemez.
insanlara hastalığın bulaşmasında başlıca aracı olan köpekte ilk belirtiler; hayvan evcilse farkedilen huy değişmeleridir. Hayvan alışılmış hareketlerini yapmaz, garip davranışlar içine girer. Ot, tahta, kumaş v.b. şeyleri yemeye çalışır, huysuz ve huzursuzdur, çeşitli hayallere dalar ve çevresine saldırır, devamlı koşar, ağzından salyası akar ve dört-beş gün içinde felç- ler gelişerek ölür.
Hastalığın gelişimi: İlk olay canlı virüsün deri veya mukozalardan vücuda girmesidir. Virüs önce bu bölgedeki çizgili kas hücrelerinde çoğalır. Bunun ardından sinir uçlarından içeri giren virüs, sinir yolunu takip ederek merkezi sinir sistemine ulaşır. Tecrübi olarak kanda virüs bulunabileceği de gösterilmiştir. Ancak hastalığın gelişiminde bunun pek önemi yoktur. Beyinde hemen sadece gri cevherde çoğalan virüs, yeniden otonom sinirler yolu ile tükürük bezleri, böbrek üstü bezi, böb rek, akciğer, karaciğer, iskelet kasları, deri ve kalb gibi diğer organlara ulaşır. Virüsün tükürük bezine ulaşması hastalığın salya ile bulaşmasını sağlar. Kuluçka süresinin çok farklı olabilmesi vücuda giren virüs sayısına, girdiği yerin merkezi sinir sistemine uzaklığına, tutulan doku miktarına ve kişinin savunma mekanizmalarına bağlı gibi görünmektedir.
Hastalığın merkezi sinir sistemine yerleşmesi ile burada kanma artar, sinir hücre çekirdekleri harap olmaya başlar ve bu kusurlu sinir hücreleri, sahaya hücum eden savunma hücreleri tarafından ortadan kaldırılır. Bölgeye gelen iltihabi hücrelerin artışı ile bir beyin iltihabı meydana gelir. Zamanla klinik tablo da ağırlaşarak ilerler.
Belirtileri: Kuduz bir hayvan tarafından ısırılıp tedavi edilmeyen bir insanda ilk belirtiler, kuluçka devri bittikten sonra 1 ilâ 4 gün sürebilir. Bu belirtiler; ateş, baş ağrısı, ısırık yerinde hassasiyet ve kaşıntı, kırgınlık, halsizlik, boğaz ağrısı, kas ağrıları, kolay yorulma, iştahsızlık, bulantı, kusma ve kuru öksürük olabilir. Duygusal devrede; içine kapanma her şeyden alınma, gözlerde korku hissi, yüz mimiklerinde değişme, hâtıralarla hırçınlaşma gözlenir. Daha sonra huzursuzluk, beş duyuya ait hayaller, kavgacılık, düşüncelerde garip değişmeler, kasılmalar hava akımından, parlak ışıktan, yüksek sesten, su içmek- ten hatta görmekten korkma gelişir. Sudan korkmanın sebebi yutkunma kaslarının şiddetli ağrı vermesidir. Salyasını yutamayan _hastanın ağzı köpürür ve sonunda felçlerle ölür.
Teşhis: Hastanın klinik bulgu vermesi halinde, hikâyesinde kuduz yönünden şüpheli bir hay van ısırığının bulunması teşhiste yardımcıdır. Ancak mühim olan, hasta klinik bulgu vermeden risk altında olup olmadığının tesbit edilmesidir. Çünkü klinik bulguları takiben başlanan tedavinin başarılı olma ihtimali çok azdır.
Teşhiste laboratuar bulguları: Komplikasyonlar olmadıkça kan kimyası normaldir. Kanda dolaşan beyaz küre (akyuvar) sayısı hafifçe artar. Ancak normalden (5-7 bin/mm3) 30 bin/mm3'e kadar herhangi bir değerde de olabilir.
Her virüs enfeksiyonunda olduğu gibi kesin teşhis şu metodlarla konabilir:
İltihaplı doku ve sıvılardan (beyin, tükürük, beyin-omurilik sıvısı v.b.) virüsün izole edilmesi ve gösterilmesi.
Aşısız kişide bir seri serum çalışması ile kuduz virüsüne karşı oluşmuş antikor miktarının dört kat arttığının gösterilmesi.
3-Virüs bulaşmış dokuda hassas bir metod olan Floresan Antikor Tekniği ile virüs antijeninin gösterilmesi.
Ölen veya öldürülen şüpheli hayvanın beyin dokusundan veya beyin biopsilerinden şu çalışmalar yapılabilir.
Beyin dokusu nümunelerinin fareye enjeksiyonu ile virüs üretme ve izole etme çalışması.
Floresan Antikor Tekniği ile virüs antijeninin gösterilmesi.
c) Işık veya elektron mikroskobu ile Negri cisimciklerinin aranması.
Negri cisimcikleri; seller boya- ile pembe boyanan hücre çekirdeğine yakın bulunan kuduz hastalığına has virüs parçacıklarıdır. Beyinde özellikle ammon boynuzu, beyin kabuğu, beyin sapı ve beyincik purkinje hücrelerinde dağılım gösterir. Negri cisimcikleri görüldüğünde, kuduz teşhisi konur ise de, görülmemesi kuduz hastalığı olmadığı manasına gelmez. Zira kuduz vakalarının % 20'sinde gösterilememektedir.
Korunma: Esas korunma; bulaştırmada en önemli rolü oynayan başı boş köpeklerin ortadan kaldırılmasıdır. Ev hayvanları, kuduz virüsü ile karşılaşma riski yüksek olan veterinerler, mağaracılar, laboratuar işçileri, hayvan bakıcıları önceden aşılanmalıdır. Şüpheli ısırıklarda yara yeri hemen ilk fırsatta bol su ve sabunla, yıkanmalıdır.
Tedavi şartlan: Her sene dünyada milyonlarca insan hayvanların şüpheli saldırılarına maruz kaldığı için, bütün bu kişilerin tedavi altına alınması yerine, tedavi için bazı şartların varlığı aranır. Çünkü aşı ve anti serum tedavilerinin de riskleri mevcuttur.
İnsana sebepsiz saldıran hayvanları mümkünse yakalamalıdır. Yakalanan vahşi veya aşısız evcil hayvanlar öldürülüp kafası en kısa zamanda beyin dokusunda kuduz yönünden tetkik yapılabilecek bir laboratuara gönderilmelidir. Bu yönden en güvenilir metod, Floresan Antikor Tekniği'dir. Eğer bu teknikle kuduz virüsü tesbit edilemezse, hayvanın salyasında kuduz virüsü olmadığı kabul edilir ve saldırıya maruz kalan kişinin tedavisi gerekmez. Ancak Floresan Antikor Tekniği veya Negri cisimciği müsbet çıkarsa tedavi icabeder. Negri cisimciği tetkiki menü de olsa, kuduz şüphesini ortadan kalclumaz.
Saldıran hayvan aşılı ise ve yakalanırsa, müşahade altına alınır. Hayvan 10 gün içinde hastalık belirtisi verirse kafası yine tetkike gönderilmelidir. Eğer hayvan bu süre zarfında hastalık belirtisi göstermezse tedavi gerekmez.
Yakalanamayıp kaçan hayvanlar kuduz kabul edilir ve tedaviyi gerektirir.
Tedavi: Tedavinin üç ana prensibi vardır:
1) Yara tedavisi: Kuduz şüphesi olan hayvan tarafından ısırılan yer hemen ilk fırsatta bol su ve sabunla veya tentürdiyot gibi alkollü dezenfektanlarla yıkanmalıdır. Çünkü kuduz virüsü sabun ve alkole hassastır. Bulunabilirse Zefıran veya Cetavlon gibi kimyasal dezenfektanlar da faydalıdır. Ayrıca tetanos aşısı uygulanmalı ve tetanos için antibiyotik (genel olarak penisilin) kullanılmasına başlanmalıdır.

2) Pasif bağışıklama: Kudus antiserumları ile yapılır.
3- Aktif bağışıklama: Ölü kuduz virüsü aşıları ile yapılır.

Kromozom nedir ? Kromozom hakkında bilgi

Hücre çekirdeğinde bulunan, hücre bölünmesi sırasında belirli şekil alan ve bazik
boyalarla koyu boyanabilen ipliksi yapılar. Bileşiminde DNA ve pek çok protein çeşidi bulunur. Nükleoprotein yapısında birimlerdir. Bunlar bir canlının büyümesini, gelişmesini ve kalıtım özelliklerini ihtiva eden genleri taşırlar. Genler DNA yapısındadır. Genetik bilgilerin taşınmasından DNA mesüldür. Eler türün hücrelerinde sabit sayıda kromozom bulunur. Bezelyelerde hücre başına 14 kromozom, insan hücrelerinde 46, barsak solucanında 4, bal arısında 32,farede 40, sığırda 60, patateste 48, mısırda 20, kurbağada 26, çekirgede 30, sirke sineğinin hücrelerinde 8'er kromozom bulunur. Bu sayı 2n ile gösterilir. Diploid adını alır. İnsan için 2n=46'dır.
Kromozomlar, hücrenin dinlenme devrelerinde çekirdekte ışık mikroskobuyla görülemeyecek kadar çok ince ağ şeklinde bulunurlar hücre bölünmesi sırasında sıkı bir yay gibi şekil alarak kalınlaşırlar. Bu devrede bazik boyalarla boyandığından ışık mikroskobuyla görülebilirler. Kromozomların boyları 2-6 mikron, çapları ise 0,2-2 mikron kadardır. Kromozomların büyüklüğü de her tür için sabittir. Mesela, insan kromozomlarının uzunluğu 4-6 mikron kadardır.
Her ferdin kromozomlarının sayısı, şekli ve büyüklüğü onun karyotipini teşkil eder. Karyotip, dölden döle korunur ve tür, kendine has özellikleri devam ettirir. Karyotipe dayanılarak bazı türlerin kromozom haritaları çıkarılmıştır.
Kromozomlar, protein bir kılıf ve "matriks" denen ara madde içinde bulunan en az iki iplikten yapılmıştır. Bu ipliklerden her birine "kromatid" denir. Araştırmalar, bu ipliklerin de iki veya daha çok sayıda iplikten yapılmış olduğunu göstermiştir. Kromatidleri meydana getiren ipliklere, "kromonema" veya "kromomer" veya "Kromatin iplik" adı verilir. Bu iplikciklerin üzerinde "Kromomer" veya "Kromatin tanesi" denen şişlikler bulunur. Kromatin taneleri, yapılarında genleri taşırlar.
Eşeyli üreyen canlıların vücut hücrelerinde her kromozom çeşidinden iki tane bulunur. O fert bunların birini anasından diğerini babasından almıştır. Şekil ve yapı bakımından birbirine benzeyen, biri anadan diğeri baba- da n gelen kromozomlara "homolog kromozomlar" denir.
Çift eşeyli canlıların vücut hücrelerinde diploid sayıda (2n) kromozom bulunmasına rağmen, üreme hücrelerinde haploid (n) sayıda kromozom bulunur. Türlerde kromozöm sayısını sabit tutmak için cinsiyet hücreleri, olgunlaşmadan önce mayoz (meios) bölünme geçirerek (2n) sayısını yarıya (n) indirger. Mayoz, yalnız eşey hücrelerinde gözükür.
İnsan vücut hücrelerinde 23 çift (46 adet), üreme hücrelerinde ise 23 adet kromozom bulunur. Döllenme sonucu hasıl olan zigot, dişiden (n) ve erkekten (n) kromozom sayısını alarak (2n) sayısına ulaşmış olur. Böylece türlerin sabit kromozom sayısı korunmuş olur. İnsanın sperm hücrelerinde (erkekte) n=23, yumurta hücrelerinde (dişide) n=23 sayıda kromozom vardır.
Cinsiyet kromozomları: Kromozomların daima bir çifti cinsiyeti belirler. Bunlara eşey kromozomları da denir. Geri kalanlar ise eş çiftler halinde otozomal kromozomlardır. Cinsiyet kromozomları X ve Y diye iki tiptir. X dişilik, Y erkeklik kromozomudur. Y kromozomu, X kromozomuna baskın (domanant) dır. Dişilerde cinsiyet kromozom çifti XX, erkeklerde ise XY şeklindedir. X ve Y cinsiyet kromozomlarına "gonozom" veya "hetero kromozomlar" denir. insanlarda vücut hücrelerinin kromozom formülü: 2n-=.46 dır. Dişi bireylerde bunların 44 tanesi otozom ve 2 tanesi gonozom (XX), erkekte ise 44 otozom ve 2 gonozom (XY) bulunur.
O halde dişi bireylerin diploid kromozom sayısı 2n=44+XX ve erkeklerin 2n=44+XY olarak ifade edilebilir. Diğer canlılarda da bu kaide geçerlidir. Drosaphila'nın (sirke sineği) dişisinde 2n = 6 + XX, erkeklerinde 2n = 6 + XY dir.
Cinsiyet hücreleri, mayoz bölünme sonucu kromozom sayılarını yarıya indirgediğinden, (n) sayıda kromozom taşırlar. Dişilerin yumurta hücrelerinde daima X cinsiyet kromozomu bulunur. Erkeklerin sperm hücrelerinin yarı sayısında X, diğer yarısında ise Y kromozomu bulunur.
insanlarda üreme hücrelerinin kromozom formülü dişilerde (yumurta hücresinde) n=22+X, erkeğin sperm hücrelerinde n=22+X veya n=22+Y'dir.
Demek ki, erkekte cinsiyet bakımından iki farklı sperm mevcuttur. n=22+X kromozomlu olanlar dişilik, n=22+Y olanlar ise erkeklik özelliği taşırlar. Dişilerin yumurta hücreleri daima n=22+X olduğundan her zaman dişilik özelliği gösterirler.
X kromozomlu bir sperm, yumurta hücresini döllerse, zigot 2n=44+XX olacağından yavru dişi doğar. Yumurta hücresi Y kromozomlu bir sperm ile döllenirse 2n=44+XY zigotu oluşur. Y kromozomu X'e dominant olduğundan yavru erkek olur. Görüldüğü gibi cinsiyetin tayini erkekten gelen sperme bağlıdır. Buna rağmen, bu konuda yeterli bilgi sahibi olmayan kimseler tarafından, bazı yörelerde haksız olarak kadınlardan erkek çocuk doğurması istenir. Hatta erkek doğurmayan kadını boşayanlara da rastlanır.
insanda X'e ve Y'ye bağlı irsi hastalıklar vardır, Mesela Miyop, renk körlüğü, hemofili genlerinin kalıtımı X'e bağlıdır. Erkek çocuklarda ikinci ve üçüncü ayak parmaklarının yüzücü kuşlar gibi perdeli oluşu Y kromozomu ile taşınır. Kulak içlerinin çok sayıda lulh oluşu da Y kromozomu ile babadan oğula taşınır. Bu özellik kızlarda asla görülmez.
Her karekter en az iki genle tayin edilir. Genetik biliminde her gen bir harf ile temsil edilir. Dominant (baskın) genler büyük harfle, resesif (çekinik) genler aynı harflerin küçükleriyle
rilir.
Kromozom hastalıklan: Bazı hallerde mayoz (-=-meiosis) bölünmede kromozomlar eşit şekilde hücrelere gitmez. Dolayısı ile yeni doğan bireylerde 2n kromozom sayısında sapmalar gözükür. Bu durum hastalık hali kabul edilir.
Turner hastalığına sahip olan dişilerde sadece bir X kromozomu -bulunur. (45X0) olarak gösterilir. Cinsiyet gelişmeleri bozuk, boyları kısa, aşırı şişman ve kısırdırlar. K linefelter bozukItığuna sahip olan erkekler ise iki X ve bir Y kromozomuna sahiptir. (47XXY) olarak ifade edilir. Bunlar ince sesli, seyrek sakallı, iç üreme organları küçük, geri zekalı olurlar.
Nadir hallerde XXX, XXXY, XXXXX, XXXXY cinsiyet kromozomlu bireylere de rastlanır. Bu durumda X kromozom sayısına bakmaksızın Y kromozom taşıyan bireyler erkektir.
Nesiller arasındaki genetik özellikler ana-babadan oğula üreme hücrelerinin çekirdeklerinde bulunan kromozomlar vasıtasıyla aktarılır. Daha doğrusu kromozomların kromonema ipliklerinde dizili olan kromatin tanelerinde bulunan genlerle taşınır. Genler DNA yapısındadır. O halde irsi özellikler nesiller arasında DNA molekülleri ile aktarılır. DNA molekülleri kendilerini eşleme özelliğine, yani kopyasını yapabilme kabiliyetine sahiptirler. Ana ve babadaki DNA molekülleri, kopyalarını üreme hücrelerine aktararak şifreledikleri irsi, özelliklerin oğula geçmesinde rol oynarlar. Kısaca DNA ile gösterilen deoksiribo nükleik asit, hücrenin çekirdeğinde bulunan irsiliğin temeli olan kromozomlarda bulunur. Kendinden önceki canlının bütün vasıflarına sahiptir. Anne ve babanın bazı hususiyetleri DNA'da gizlidir.
Her canlıda kendine has DNA molekülü bulunur.Hurma ağacından portakal yetişmemesi, ineğin at yavrusu doğurmaması, insandan maymun, maymundan insan meydana gelmemesi hep bu DNA molekülündeki hususiyettendir.
Beynimizde çeşitli bilgiler ve çeşitli insanların resmi bulunmaktadır. Beynimizi açsak bunların hiç birini görmek mümkün değildir. Konuşmamızla meydana çıkanlar' olur. Teyb bandında ki bilgileri de dışarıdan bakmakla, bir teyp olmadıkça anlayamayız. DNA'lar teyb bandına benzetilebilir. içi sularla doludıır. En akıllı kimse bile, DNA'daki hayat sırrını bilmek- ten âcizdir. Canlıların karakterlerinin (mavi gözlülük, kıvırcık saçlılık, esmerlik, sarışınlık, çekik gözlülük v.s.) cansız bir molekül içinde şifrelenmesi ve bu molekülün kendini otomatik olarak eşleyebilmesi, karakterleri nesilden nesile aktarabilmesi, daha açık bir ifade ile hayat sırrını taşıması hayrete şayandir.

Kramp nedir? Kramp hakkında bilgi

Bir veya daha çok kasın, bütününün veya bazı parçalarının irade dışı ve ağrılı kasılmaları. En sık, ayak ve baldırda olur.
Bazı kişiler krampa daha yatkındır. Sıklıkla gece ortaya çıkar ve yaşlılarda daha sık görülür. Aşırı sıcak ve kuvvetli egzersiz kramp gelişmesini kolaylaştırır. Sık ve önlenemeyen kramplar omurilik ön boynuz hücrelerinin ve motor sinirlerin çeşitli hastalıkları; kas hastalıkları; özellikle müsküler distrofı ve gebelik, aşırı sıvı kaybı ve sodyum kaybı durumlarında ortaya çıkabilir.
Krampın mekanizması tam bilinmemekle beraber, sinir ve kas zarlarının aşırı çalışması durumunda ortaya çıkmaktadır. Elektromiyografik tetkiklerde elektriki potansiyelin çok yüksek ve sık olduğu dikkati çekmiştir. Ağrı şiddeti ile kasın kasılma derecesi paraleldir. Muhtemelen bu, o sıradaki az kanlanmaya ve kasın fazla kasılması ile daha çok meydana gelen zararlı artıklara bağlıdır.
Mesaj ve kuvvetli germe, krampa karşı faydalıdır. Eğer kramp ciddi ise kas ağrısı birkaç gün süreyle sebat edebilir. Quinine sulfat ve procainamide veya diphenhydramine hydrochloride
sık kramp gelmesini önleyebilir Kramplar, özellikle denizde yüzme esnasında tehlikeli olmaktadır. Yüzerken gelen bir kramp büyük adaleleri tutarsa ve kişi tecrübesiz ise kolayca boğulabilir. Böyle bir krampla karşılaşan yüzücü, yanında taşıdığı bir küçük iğneyi kramp giren adeleye batırmak veya çimdik atmak suretiyle krampı giderebilir.

Körlük hakkında bilgi

Ferdin bir çok işte çalışması- nı engelleyecek onu, hayat için başka insanlara, kuruluşlara veya cihazlara muhtaç kılacak bir görme kaybının olması. "Daha iyi olan gözde iyi düzeltme ile onda bir (% 10) veya daha az görme keskinliği veya görme alanının en geniş çapının 20 dereceden az bir açı meydana getirmesi" şeklinde tarif edilir. Bir işçinin görmesi, işini daha tala devam ettiremeyecek kadar zayıflarsa "Endüstriyel körlük" ortaya çıkmış demektir. Ehliyetin iptal edilmesini gerektirecek derecedeki körlük ise: "Otomobil körlüğü" dür. Bir gözde tam görme kaybı, diğer göze büyük değer kazandırmasına karşılık, görme kapasitesini sadece yüzde 10 azalttığı söylenir.
Körlüğün dünyadaki yaygınlığı: Dünya Sağlık Teşkilatı'nın 1988'deki araştırmalarına göre 10 binin üzerinde kişi tamamen kördür ve daha milyonlarca kişi de normal bir hayat süremeyecek derecede görmelerini kaybetmişlerdir. Bu sayı, bütün dünya nüfusunun yüzde 04-5'i kadar olup, her geçen gün hızla anmak- tadın Tıbbi şartların iyi olmadığı ülkelerde körlük oranı daha çoktur.
Körlük sebepleri: Önlenebilir körlüğün dünyadaki sebepleri, trahom, onkosersiyazis ve kseroftalmi denen göz kurumasıdır. Trahomdan iki milyon, onkosersiyazisten ise takriben bir milyon kişi ve kseroftalmiden de 100.000 kişi kördür. Dünya Sağlık Teskilatfnın yayınlarında glokom (Göz içi basıncın artması),

KORLÜĞÜN SEBEPLERİ

Katarakt (saydamın kesifleşmesi), göz arka tabakası olan retinanın kopması ve şeker hastalarının retina tabakası harabiyeti ayrı ayrı belirtilmemiştir. Fakat bunlar da önlenebilir körlük sebeplerinden sayılır. Onkosersiyasiz, Afrika'da Simulimu Damnosum isimli bir karasineğin, yuvarlak bir kurt olan onchocerca volvulus'un yumurtalarını ısırarak bulaştırmasıyla meydana gelen bir hastalıktır. Bu kurdun yumurtaları nehirlerde olduğu için bu hastalığın yaptığı körlüğe nehir körlüğü de denir. (Bkz. Trahom). Kseroftalmi ise A vitamini yokluğu veya yetersizliğine bağlıdır. Ayrıca protein ve kalori yönünden eksik veya yetersiz beslenme ile şiddetlenir. Özellikle bu tip eksik beslenme olan memleketlerde çocuklarda, gözün camsı cisminin yumuşamasına ve iltihaplanmasına, hatta delinmesine de yol açabilir.
Körlüğün diğer sebepleri: Giokom (göz tansiyonu artması), şeker hastalığı, katarakt (göz merceğinin bulanması, halk arasında "aksu"), retinanın kopmasıdır. Giokoma halk arasında "karasu" da denir. Ayrıca, lepra (cüzzam), herpes simplex denen uçuk âmilinin camsı cisimi bulandırması da bir körlük sebebidir. Retinayı besleyen atardamarı ile bu dokunun kanını toplayan toplardamarın tıkanma veya daralması da körlük sebebidir. Ayrıca, doğuştan 7 yaşına kadar beyindeki görme fonksiyonlarının ve görme yollarının gelişme yokluğp veya azlığına bağlı olarak göz tembelliği denen "ambliyopi"nin de körlük sebebi olduğu muhakkaktır. Muayene ile herhangi bir hastalık tesbit edilemez. Sebepleri arasında irsiyetin rol aldığı düşünülmektedir. Bütün annelerin bebeklerinde, altıncı aydan itibaren ortaya çıkan ve şaşılık ile birlikte olan bu tip göz tembelliğini düşüne rek mutlaka bir göz hekimine gitmeleri zaruridir.
Körlüğün önlenmesi: Tedavisinden çok, önlenmesi mühimdir. Bu, da çocukluk çağında tedbirli davranmakla mümkündür. Gördükleri için şükreden bütün dünya insanlarının, bir kişinin kör olmasını önlemek için her türlü maddi ve manevi yardımda bulunması insanlık icabıdır.
Körlerin yeniden hayata bağlanmaları: Son yıllarda teknolojik gelişmeler, körlere zengin ve daha üretici bir hayat ve yeni imkanlar tanımıştır. Bu gelişmeleri değerlendirmek için, ilgilendiğimiz kör toplumu yakından tanımak gerekmektedir. Yapılacak tek şey, her körün kabiliyeti nispetinde, en iyi yapabileceği bir işin, rahatlıkla yapacak derecede öğretilmesidir. Bunun için özel eğitim ve öğretim, sağlık ekipleri vardır. Bu da körlerin rehabilitasyonu ile ilgili devlet müesseselerinde gerçekleştirilmelidir. Rehabilitasyon şöyle programlanabilir:


Az görenlerin görmelerine yardım: Bunlar kanuni kör olarak tanımlanan kişilere yapılan yardımı ihtiva eder. Bunun için birçok tıbbi merkezlerde kurulan özel kliniklerde ele alınmaktadır. Burada hastalara optik yardım imkanlarına göre görmelerini artırıcı ekzersizler yaptırılır. Bu hastaların yakın görmelerini sağlamak için her iki göze 10 dioptrilik ince kenarlı mercek verilir. Tek göz için ise 40 dioptrilik ince kenarlı mercek verilir. Ayrıca yeterli aydınlanmanın rolü izah edilmelidir.
Bunun için Braille sistemi uygulanır. Nokta ile okuma sistemi olup, I825'de ortaya atılmıştır.
Hareket eğitimi: Özel kurslarla sağlanmalıdır.
Kılavuz köpekler: Sahibine yardım edebilmek için özel eğitilmiş köpekler kullanılır. Ancak, bunun da sahibinin insiyatifine göre hareket etmesi ve beslenme ve yatacak yerinin temini bir problem arzeder. Onun için bas- ton daha çok tercih edilir.
Elektronik aletler: Harflerin görüntülerini dokunma ile algılayabilecek şekilde Optacon denen elektronik ciha zlar vardır. Portatiftir. Ayrıca konuşan hesap makineleri de vardır. Bunlar giriş sinyallerini işitebilir cevaplara çevirir. Bazıları, kapalı devre televizyon temeline dayanan çeşitli optik büyütücüler piyasaya çıkarmıştır. Mesela, Apollo elektronik görme cihazı, zoom' lu bir kamera, ekran ve bir aydınlatıcıdan ibarettir.

Kör bağırsak nedir? Kör bağırsak hakkında bilgi

Kalın barsağın ilk parçası. Kalça çukurunun sağ yarısında ve ince barsak muhtevasının kalın barsağa geçtiği kapağın altında yer alır. Düzensiz bir torbaya benzeyen körbarsağın uzunluğu 6-7 cm, genişliği 7,5-8 cm olup, kalın barsağın en geniş kısmıdır. Apandis de bu barsak üzerindedir. Kalın barsağın başka yerlerinde olduğu gibi körbarsağm da üzerinde boyuna ilerleyen şerit yapılar vardır. Bu yapılar, körbarsağın ekseninin arka iç yüzünde birleşirler. Bulunmakta güçlük çekilen apandis, anatomik olarak bu şeritlerin takibi ile bulunabilir.
Körbarsakta tüberküloz (verem) ve kanser olabilir. İltihabina tiflit denir.

Köpek memesi (Hidrozadenit) Nedir? Köpek memesi (Hidrozadenit) hakkında bilgi

Köpek memesi (Hidrozadenit) Nedir? Köpek memesi (Hidrozadenit) hakkında bilgi



Koltukaltı veya kasıktaki terbezlerinin had cerahatli iltihabı. Çoğu defa yetişkinlerin yakalandığı hastalığın hemen daima amili stafılokok denen mikroplardır. Koltuk altında veya kasık bölgesinde ağrılı, üzeri kızarık, parmakla üzerine basıldığındr dalgalanma hissi veren kitle gelişir. Bölgedeki ağrı, hareketlere engel olur. Bir bezden sonra başka bir bezin iltihaplanmasıyla hastalık aylarca sürebilir. Hidrozadenit bazen bir bazen iki taraflı olur. Had dönemde apse, cerrahi usâlle boşaltılir. Müzmin vakalarda kitlenin çıkartılması gerekir.

kortizon nedir? Kortizon hakkında bilgi

kortizon nedir? Kortizon hakkında bilgi!




Böbreküstü bezinin kabuk kısmından salgılanan, steroid yapısında olan, çok
önemli bir hormon. Bu hormon, vücutta çok çeşitli ve çok önemli tesirler icra etmektedir. Kandaki şeker miktarını arttırır, dışarıdan ilaç olarak verildiğinde, şeker hastalarının durumunu ağırlaştırır. Vücutta protein yıkımını uyarır ve yapımını azaltır. Kortizonun yağ metabolizması üzerine olan tesirinin esası hakkında pek az şey bilinmektedir. Kortizon tedavisi gören hastalarda aşırı bir yağ birikmesi husüle gelmektedir.
Kortizonun tıpta kullanılmasının en mühim sebebi antienflamatuar etkisine (iltihabi reaksiyonu giderici, doku şişmesi önleyici) bağlıdır. Kortizonun önemli bir tesiri de, allerjiyi önleyici olmasıdır.
Elektrolitlerin (Sodyum, potasyum) ve suyun vücuttaki dengesi üzerinde de, kortizon rol oynamaktadır. Diğer bir mühim tesiri de immün sistemi (bağışıklık sistemi) baskılamasıdır.
Yüksek dozda uzun süre kullanıldığında, aydede yüzü, kıllanma, sivilce, kadında adetlerin kesilmesi, kemiklerin, kasların zayıflaması, tansiyon yükselmesi, mevcut şeker hastalığının veya tüberkülozun ağırlaşması, mide ülserinin azgınlaşması, psikolojik bozukluklar ve enfeksiyonlara karşı mukavemetin kırılması durumu ortaya çıkmaktadır. Bu durumların hepsine birden ilk bulanın adına izafeten "Cushing Sendromu" denmiştir.
Vücutta çok önemli tesirlere sahip olan bu hormonun, sentetik olarak, çeşitli türevleri yapılmış ve piyasaya ilaç olarak arzedilmiştir. Bu grup ilaçlar şu hastalıklarda faydalı olabilmektedir. Addison hastalığı (böbrek üstü bezi kabuğunun kifâyetsizliği), hipofiz bezi yetersizliği, şiddetli astım ve allerjik durumlar, had göz iltihapları, romatoid artrit, ateşli romatizma, had nikris (gut hastalığı) krizi, hemolitik anemi, had kan kanseri, multipl myelom, müzmin lenfatik kan kanseri, pemfigus vulgaris (öldürücü bir deri hastalığı), septik şok, ekzama ve benzeri hallerde de faydalıdır.
Bu ilaçlar, herhangi bir hastalığı, tamamen tedavi etmezler. Uzun süreli bir tedaviye geçmeden önce iyice düşünüp taşınmalı ve mevcut diğer grup ilaçları denemiş olmalıdır. Çünkü kortizon grubu ilaçlar, büyük dikkat ve devamlı kontrolü gerektiren ilaçlardır. Şuursuz, bilgisiz ve gereksiz uygulamalar, ölüme kadar varabilen bir çok yan tesire yol açabilmektedir. Bu tehlikelere rağmen, bu grup ilaçlar, asrıdan mahrum olduklarından söylenmesi lazım olan kelime yerine âdeta uydurma bir kelime söylerler. Bazen de, kelime anlamlıdır. Uydurma bir kelime değildir, fakat söylenmesi gereken kelime değildir. Mesela kapı yerine anahtar denmiştir. Bu hale de Parafazi denir. Sensoryal afazide hastalar, motor afazisindekinin aksine olarak âdeta herşeyi anlatacakmış gibi bir konuşma rahatlığı içindedirler.
ikincisinde; konuşmayı sağlayacak kasların hareketleri ve birbirleriyle ahenginin bozukluğu sebebiyle kelimelerin şekil ve manalarının düşüncede mevcut olmasına rağmen kelimelerin söylenişlerinde ve hece yapılarında bozukluk vardır (Dizartri). Burada hasta söyleneni anlar. Vereceği cevabı seçer. Verilen cevap anlamlıdır. Fakat anlaşılamayacak derecede kelimeleri ve heceleri bozuk olarak söyler.
Cümlelerin veya kelimelerin gittikçe daha hızlanmak suretiyle ardarda tekrar edilmesi, şeklindeki konuşma bozukluğuna palilali denir. Ekolali'de ise hasta son kelime veya heceyi üç-dört defa tekrar eder.
Sesin kaybolup şahsın fısıltı halinde konuşması durumuna afoni denir. Bu durum, gırtlak ve ses tellerinin hastalıklarında ve histeride görülür.
Sinir sisteminde hasar bulunmayan ve şuuru açık olan kimselerde konuşmanın tamamiyle kaybolmasına Mutizm denir. Şizofreni, ileri derecedeki depresyon ve histeri gibi psikolojik bozukluklarda görülür.

Konuşma bozuklukları hakkında bilgi

Konuşmanın kısmen bozulmasından, tamamen kaybına kadar olabilen, çeşitli
sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan konuşma kusurları.
Başlıca iki kısımda incelenebilir:
Birincisi; beyindeki konuşma merkezlerinde ve bağlantılarındaki bozukluktur (Afazi). Bunun iki tipi vardır:
Motor afazi: Hasta kendisine söylenenleri anlamakta, fakat kendi söylemek istediğini, kelimeler halinde ifade edememektedir. Hatta anladığını cevaplayabilmek gayesiyle hasta kendini zorİar ve bu zorlayış hastanın mimikleririden anlaşılır. Bazen bu zorlayış, hastayı, büyük bir bunalıma sokacak derecelere erişebilmektedir.
Sensoryal afazi (Hissi afazi): Burada hasta, konuşulanları işitebildiği halde manalarını kavrayamaz. Bu hastalar konuşabilir. Ancak konuşma sırasında kullandıkları kelimelere manalarını, kendi işitme kabiliyetleriyle düzeltip, kontrol etme imkânından mahrum olduklarından söylenmesi lazım olan kelime yerine adeta uydurma bir kelime söylerler. Bazen de, kelime anlamlıdır. Uydurma bir kelime değildir, fakat söylenmesi gereken kelime değildir. Mesela kapı yerine anahtar denmiştir. Bu hale de Parafazi denir. Sensoryal afazide hastalar, motor afazisindekinin aksine olarak adeta herşeyi anlatacakmış gibi bir konuşma rahatlığı içindedirler.
ikincisinde; konuşmayı sağlayacak kasların hareketleri ve birbirleriyle ahenginin bozukluğu sebebiyle kelimelerin şekil ve manalarının düşüncede mevcut olmasına rağmen kelimelerin söylenişlerinde ve hece yapılarında bozukluk vardır (Dizartri). Burada hasta söyleneni anlar. Vereceği cevabı seçer. Verilen cevap anlamlıdır. Fakat anlaşılamayacak derecede kelimeleri ve heceleri bozuk olarak söyler.
Cümlelerin veya kelimelerin gittikçe daha hızlanmak suretiyle ardarda tekrar edilmesi, şeklindeki konuşma bozukluğuna paiilali denir. Ekolali'de ise hasta son kelime veya heceyi üç-dört defa tekrar eder.
Sesin kaybolup şahsın fısıltı halinde konuşması durumuna afoni denir. Bu durum, gırtlak ve ses tellerinin hastalıklarında ve histeride görülür.
Sinir sisteminde hasar bulunmayan ve şuuru açık olan kimselerde konuşmanın tamamiyle kaybolmasına Mutizm denir. Şizofreni, ileri derecedeki depresyon ve histeri gibi psikolojik bozukluklarda görülür.
Kekemelik, genellikle solaklarda görülebilen bir konuşma kusurudur. Hafif dereceleri kendiliğinden düzelebilir. Ağır yakalar hayat boyu kekeme kalabilirler. (Bkz Kekemelik).

Konsoltasyon nedir? Konsoltasyon hakkında bilgi

Tıpta, çeşitli dallarda uzman olan hekimlerin, tam aydınlatılmamış bir vakâ
veyahut teşhisi zor bir hastalık karşısında yaptıkları fikir alışverişi. İstişare. Tıptaki bilgilerin son derece artması, bir hekimin her konuda âzami bilgiye sahip olmasını imkansız kılmıştır. Buradan uzmanlık dalları doğmuş, hatta uzmanlık dalları da kendi içlerinde bölümlere ayrılmıştır.
Konsültasyon, çeşitli durumlarda başvurulan bir yoldur. Psikiyatrik (ruhi) bozukluklar gösteren bir hastada dahiliye uzmanı bir hekimin teşhisi ve görüşleri yetersiz kalabilir. Hastanın belirtileri onu şaşırtabilir. Böyle durumdaki hekimin yapacağı iş "Psikiyatrik konsültasyon" isteğinde bulunmaktır. Bir ruh hastalıkları uzmanıyla beraber fikir alışverişinde bulunarak teşhise gitmek, bu durumda, en emin yoldur. Bu şekildeki örnekler birçok dallar arasında çoğaltılabilir. Konsültasyon yapılan bir diğer durum da, uygulanacak
davi üzerinde hekimlerin yaptığı istişaredir. Hastaya uygulan a ca k ameliyatın yapılıp yapılmaması veya ameliyat tekniğinin ne olacağı cerrahlar arasında yapılan konsültasyonda belirlenir. Ameliyatlardan başka çeşitli hastalıklarda uygulanacak tedaviler de hekimler arasında yapılan istişareyle tesbit edilir.

Koma nedir? Koma hakkında bilgi

Dış uyarılara hiç bir cevabın alınamadığı derin şuur kaybı hali. Komanın devreleri
farklı olabilir. Bu sebeple şuur kaybının derinliği de değişebilir. Normal veya marazi (hastalığa bağlı, patolojik) hiç bir refleksin alınmaması derin korna durumunu gösterir.
Yarı koma (semikoma) durumunda refleksler henüz kaybolmamışdır. Çimdiklemek, iki parmak arasında kasları sıkmak, kişide ağrı görüntüsü ortaya çıkarabilir. Bazılarında ise ismi söylenince göz ve kaş hareketi olabilir. Ancak bunlar ne söyleneni anlayabilir, ne de konuşabilir.
Stupor denilen hal, komanın habercisi olan durumdtır. Burada gidip gelen bir şuur vardır, ancak muhakeme ve anlama imkansızdır. Arada bir gözlerini
açar birkaç kelime mırıldanabilir. Bu arada titremeler, anlamsız kas hareketleri gösterir. Birşeyi avucunda sıkar gibi yapar.
Korna hangi yolla ortaya çıkmış olursa olsun, çok miktar sinir hücresinin devreden çıkmasına delalet eder. Etkilenen hücreler, beyin kabuğunda veya beynin iç çekirdeklerinde olabilir. Komaya geçiş, hızlı veya yavaş olabilir. Bazı ani durumlarda direkt korna ortaya çıkabilirken, bazen de muhakeme güçlüğü ile başlayan durum, stupor ve yarı koma devrelerinden geçerek korna yerleşir.
Korna sebepleri çok çeşitlidir ve sayıları da oldukça kabarıktır. En önemli olanlar şöylece sayılabilir:
Alkol koması: Alkolün bol içildiği batı ülkelerinde ve yozlaşmış cemiyetlerde alkol koması, komalar içinde yüzde 50'yi bulmaktadır. Ülkemizde bu orana, ancak yılbaşı gecelerinde yaklaşılmaktadır. 100 mililitre kanda 390 mg. ve üzerinde alkol yoğunluğuna ulaşılması, alkol komasına sebep olur.


Uyuşturucu maddelerin sebep olduğu komalar: Bu maddeler arasında en önemlileri morfin, eroin, kokain ve barbiturat türü ağır müsekkinlerdir. Morfın ve eroin komasında göz bebekleri çok daralır, kokain komasında ise aşırı genişleme vardır.
Kan şekerine bağh komalar: Şeker hastalarının yüzde 10'u, şeker (Diabet) koması ile ölürler. Kan glikozunun çok artması, kanın yoğunluğunu (osmolaritesini) çok arttırır. Bunu dengelemek için vücudun diğer hücrelerinden kana sıvı geçişi başlar. Bu olay hücreler ve dolayısıyla vücut fonksiyonlarını ileri derecede bozar ve korna husüle gelir. Hastanın nefesi, aseton (çürük elma) kokar.
Kan şekerinin düşmesiyle de koma meydana gelebilir. Kan glikoz düşüklüğü (hipoglisemi) kısa sürede yerleşici bir komaya sebep olur. Diabet komalarının uzun sürebilmesi ve araz bırakmadan iyileşebilmesine karşı hipoglisemi komaları, bırkaç dakikada beyinde geri dönemez hasarlar bırakabilir. Hipoglisemi komalarının en sık rastlanan sebebi ayar- siz kullanılan insülin ve diabet ilâçlardır. Terleme, titreme, çarpıntı, heyecan ve açlık görülen böyle hastalara hemen şerbet içirmek gerekir.


Karaciğer koması: Sarılıklar, sirozlar ve karaciğeri tutan ağır hastalıklar (kanser, ihtihap) neticesinde karaciğer fonksiyonlarının ileri derecede körelmesi ile bu tür komalar ortaya çıkar. Yavaş yavaş koma durumu yerleşir; kol- da kaba titreme (kuşun kanat çırpmasına benzer), solukta ağır bir koku, stupor durumu korna nın başlangıç belirtileridir.


Beyindeki olaylara bağlı olan komalar: Beyin kanamaları, beyin damarlarındaki tıkanmalar, kafa travmaları (darbeler), beyin abseleri en önemli sebeplerdir. Beyin tümörleri de ilerlemiş devrelerinde korna yapabilir: Tutulan yere göre sinirsel (nörolojik) belirtiler vardır.
Bu ana sebepler dışında üremi, zehirlenmeler, asidoz (kanın asid reaksiyona kayması), hormon bozuklukları, şok, enfeksiyon hastalıkları, kalb yetersizliği, donma, boğulma ve sara da koma sebepleri arasındadır.


Geri dönüşü olmayan koma: Açılma şansı olmayan ve ölümün yakın olduğunu gösteren durum- dur. Bir komanın bu döneme girdiği, solunumun otomatikliğini kaybetmesi, iki gözde gözbebeklerinin aşırı büyümesi, refleksle rin tamamının kaybolması, tam kas gevşekliğinin yerleşmesinden anlaşılır.
Erken teşhis ve acil tedaviye başlamak komada en önemli husustur. Bu da mutlaka bir hekim gözetiminde yahut bir sağlık merkezinde yapılır.

Kolit nedir? Kolit hakkında bilgi

Kalın barsağın ihtihabi hastalıklarına genel olarak verilen ad. Birçok hastalıkları,
kolit adı altında incelemek mümkündür. Amipli ve basilli dizanteri, kalın barsak veremi, ülseratif kolit, enteritis regionalis (crohn hastalığı), had veya müzmin gastroenterit, spazmodik kolon, iskemik kolit gibi hastalıklar bunlardandır.

Had kolitler; mikroorganizmalara, beslenme hatalarına (midenin haddinden fazla yiyecekle doldurulmasına, fazla meyve .veya bozulmuş yemeklerin yenilmesine) bağlı olarak ortaya çıkar. Bulantı, kusma, ishal, iştahsızlık ve halsizlik söz konusudur. Sulu bir diyet uygulanır, uygun ilaçlar verilir.
Müzmin kolitlerin ise en sık rastlanan sebepleri: Müzmin barsak enfeksıyonları, hazımsızlık, allerjik besin tahammülsüzlüğüdür.
Crohn hastalığı, en çok barsağın son kısmında yerleşirse de, kalın barsağı da tutabilir. Karın ağrıları, ishal, kilo kaybı ve ateş ilk görülen belirtileridir. Teşhisi, röntgen filimleriyle konulur. Crohn hastalığında vücuttaki diğer organ ve sistemlerle ilgili belirtiler de görülür. Crohn hastalığında; barsaklarda daralma ve tıkanıklıklar, fıstüller, apseler, barsak delinmeleri, barsak kanamaları ve hatta kanserleşme dahi görülebilir. Hastalığın sebebi belli olmayıp, belirtileri barsak iltihabı şeklindedir.
Ülseratif kolit, psikolojik bozukluklarla yakından ilgilidir. Çevreye uyma güçlüğü içinde bulunan, şahsiyetlerini çevrelerine kabul ettirememiş, beğenmediği kişilerle birlikte yaşamak zorunda kalan ve kâbiliyetlerine uygun mevkilere ulaşamayan kişilerde çbk görülür. Ruhi değişiklikler, kalın barsaklarda bazen hareket fazlalığına yol açar. Hareket fazlalığı sonucu kalın barsak mukozasında kanamalar ortaya çıkar. Ayrıca bu hastalarda, bir dereceye kadar allerji mekanizmasının da rolü söz konusudur. Hastalık, ataklarla seyreder, bazen yıllarca sâkin kalabilir. Uzun süren vakâlarda kalın barsakta kanserleşmenin meydana geldiği tespit edilmiştir. Ülseratif kolit, daha ziyâde 15 ila 35 yaşlar arasında görülürse de bazen 50 yaşından sonra da ortaya çıkabilmektedir. Kalınbarsakta yaygın nekrotizan (dokuları öldüren) bir iltihap bulunur. Hastada diyare (ishal), makattan olan kanamalar, karın ağrıları, zayıflama ve bitkinlik mevcuttur. Kabızlık ile karakterize ara devreleri de vardır. Hafif ve orta şiddetteki vakâlarda; antibiyotik koruyuculuğu altında hastanın diyedi de ayarlanmalıdır. Sulfasalazine, (sulfanamid grubundan bir çeşit antibiyotik) tekrarlamaları önlemede etkili bulunmuş fakat had safhada etkisi şüpheli görülmüştür. Bu hastalığın tedavisinde en mühim husus, psikolojik tedavidir. İyi bir psikoterapi ile tam Şifa mümkündür. Diyet olarak da hastaya sellülozu az, baharatsız, yumuşak yiyecekler verilir.
İskemik kolitde ise, kalın barsağın bir kısmında nekroz (doku ölümü) ve kanamanın meydana gelmesi söz konusudur. Hastada ishal ve karın ağrısı vardır. Barsak delinip, hayatı tehdit edebilir.

Kolik nedir? Kolik hakkında bilgi

İçi boş olan organların spazmı (şiddetli kasılmalar neticesinde ortaya çıkan dayanılmaz bir ağrı biçimi). Bu tarife uyan kolikler, barsak tıkanıklığında görülen ağrılar gibi gelip gidicidir. Böbrek ve safra kolikleri süreklidir. Kolik çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkar ve kaynaklandığı yere göre de isim alır.
Böbrek koliği oldukça meşhurdur ve belki de ençok görülen kolik budur. Böbrekteki taşların üretere girip ilerlemesi neticesinde ortaya çıkar. (aslen böbreğin değil üreterin yani idrar yollarının ağrısıdır.) Birdenbire yan kısımda başlar ve kasığa doğru yayılır. Hasta huzursuz olup, kıvranıp durur. Bu arada bulantı-kusma da bulunabilir, karın adalelerinde sertlik meydana gelebilir, nabız sayısı da yavaşlamıştır. Böyle bir kimseye düz kas spazmını çözücü bir iğne yapıldığında ağrısı geçer ve oldukça rahatlar.
Safra taşlarına bağlı olarak, safra koliği meydana gelebilir. Ayrıca mide, ince barsak, kalın barsak kolikleri de vardır.
Kolikler sadece ağrı kesici iğnelerle geçiştirilmemeli, mutlaka koliğe yol açan sebep bulunup ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır.

koli basili nedir? Koli basili hakkında bilgi

İnsan barsağında yaşayan önemli bir bakteri. Çubuk şeklinde olup, bazan zincirler halinde görülür. Bir çok türleri hareketlidir. Glikozu ve laktozu mayalar. Bir gram dışkıda yüz milyondan bir milyara kadar koli basili bulunabilir.
Koli basili, hayatın ilk dakikalarından itibaren kalın barsağın sürekli misafiridir. Sindirim maddeleri artıklarını parçalayarak geçinen, bu yoldan insanlara faydalı olan bir bakteridir. Koliyi barsakta zararsız bir durumda tutan, barsağın direncidır. Sağlam bir barsak, koliye geçit vermez. Bu direnç herhangi bir sebeple azalırsa, koli basilleri kan yoluyla vücuda yayılır, böbrek, mesane, safra kesesi gibi organlara yerleşerek tehlikeli durumlara yol açarlar. Koli basili özellikle kadınlarda idrar yolu enfeksiyonlarına sebep olur. Koli basilinin yol açtığı hastalıklara özellikle pis sularin döküldüğü plajlar vasıta olmaktadır. İnsan dışkısının içinde devamlı bulunduğu için koli basili miktarı suların dışkıyla kirlenmesinde ölçü kabul edilir. Üç defa üst üste bir suda koli tipi basil bulunursa, o su içilmez ilan edilmelidir.
Koli basili penisiline direnclidir. Tetrasikline ve kloramfenikole karşı duyarlıdır.

Kolera nedir? Kolera hakkında bilgi

Vibrio cholerae ve Vibrio Eltor adı verilen bakterilerin sebep olduğu, çok fazla kusma ve ishal ile seyreden, ölüme kadar götüren bulaşıcı bir ince barsak hastalığı.
Kolera, çok eski çağlardan beri, Hindistan'ın yaygın bir hastalığıdır. 1817 senesine kadar Hindistan dışına çıkmamıştır. 1817'de Doğu Asya'yı kaplamış, 1819'da Afrika'ya, 1823'de ise Rusya'ya ulaşmıştır. 1826'da başlıyan büyük bir yayılma ile Asya, Afrika, Rusya, Türkiye, Ispanya üzerinden geçerek Avrupa'yı içine alan bir salgın halini almıştır. 1832'de Kanada'ya atlıyan hastalık bir yıl içinde Kuzey Amerika'ya tamamen, Güney Amerika'ya da kısmen yayılmıştır. 1846-1883 yılları arasında ise bütün dünyayı kaplayan kolera, milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştur. 1817-1923 yılları arasında 6 defa büyük yayılma göstermiş, sonra 1960'a kadar yine Hindistan'daki yuvasına çekilmiştir. Bu yıllarda, dünyada koleradan olan ölümler gittikçe azalmış ve koleranın kaybolmakta olduğu ümidi uyanmıştır. Fakat 1961'de Seleb adasında başlayan yeni bir salgın Uzak doğu, Batı ve Orta Afrika ülkelerine ve Rusya, Çekoslovakya, İspanya, Portekiz gibi bazı Avrupa ülkelerine de yayılmıştır. 1970'de İstanbul Sağmacılar'da başlıyan salgında 1160 şüpheli hasta yatırılmış 50 ölüm meydana gelmiştir. Kolera mikrobu, sebze ve meyveler üzerinde 5-7 gün, suda 15-20 gün, ölüde 3-5 ay
canlı kalabilir. 55-56°Cde 10-15 dakikada, kaynatmakla 1-2 saniye içinde ölür.
Kolera,' hastanın dışkısı, kuru-sıcak ve güneşli bir toprağa dökülürse 5-6 saat, güneş ışınından korunan yerde 8-10 saat hastalık yapma kabiliyetini korur. Kağıt paralar üzerinde 2-3 gün canlı kalabilir.
Kolera, kusmuk ve dışkıdan bulaşan bir hastalıktır. Bulaşma işinden insanlar sorumludur. Mikroplar; içme, kullanma ve deniz suyunda ortalama 2-3 hafta kadar hastalık yapma kabiliyetini muhafaza eder.
Hastanın dışkı, kusmuk gibi maddelerine temas edilmesi, bunların içme sularına, pişmeden yenen besin maddelerine bulaşması suretiyle ağızdan. alınır. Mikroplu maddelere el ile temas etmek, koleralının kullandığı aynı tabaktan yemek, aynı bardaktan içmek bulaşmaya sebep olur.. Hastaların kullandığı çamaşır,. havlu hatta kağıt paralar da bulaşmadan sorumludur. Karasinekler de, kolerayı yaymada büyük ölçüde yardım ederler.
Mide ve barsak sağlığı tam yerinde olan bir kimsede kolera kolay kolay meydana gelmez. Mide asidi ve pankreas ifrazında mikroplar ölürler. Mide bozukluğu, asit ve pankreas salgıları düşük olanlarda, alkoliklerde, barsak hastalıkları olanlarda koleraya eğilim vardır.
Kanalizasyon sularının ve hela sızıntılarının içme sularına karışması hastalığın yayılmasında en büyük rolü oynar.
Koleranın, Asya Kolerası ve Eltor Kolerası olarak iki tipi vardır. İkisinin de seyri birbirine benzer. Eltor Kolerasında hafif vakalar ve belirsiz seyreden enfeksiyonlar daha fazla görülmektedir.


Koleranın kuluçka süresi, birkaç saatden bir haftaya kadar değişir. Âni ishal ve kusmalarla başlar. ishal sırasında karın ağrısı yoktur ve dışkı âdeta boşalir tarzdadır. Barsak mukozasına yerleşen kolera mikrobu, toksin (zehir) salgılayarak bu ishale yol açmaktadır. Dışkıda kan ve sümüksü madde yoktur, kokusuzdur, pirinç suyunu andırır ve içinde pişmiş pirinç tanelerine benzer beyaz maddeler vardır. Kusmalar da genellikle fışkırır tarzdadır.
Ağır vakalarda ishal sayısı, günde 15-30 defaya çıkar. Kusmalarla beraber koleralının kaybettiği sıvı, günde 3-20 litre arasındadır. Sıvı kaybına bağlı olarak; dil kuru, dudaklar mor, gözler çökmüş, yüz ızdıraplı ve endişelidir. Deri soğuk, yapışkan ve buruşuktur. Eller, çamaşırcı eli denilen şekilde buruşmuştur. Vücut sıcaklığı 32-35°C'ye kadar düşebilir. Kalb atımı hızlanır. Fazla su kaybeden hastalarda kramplar meydana gelir. Gebelerin yarısında düşük meydana gelir.
Hastaların yüzde 10 kadannda böbrek yetmezliği gelişir. Oligürü (az idrar çıkarma) veya anuri (hiç idrar çıkaramama) hali görülür. Anuri 24 saatten fazla sürerse ölümle neticelenir. Ölüm, genellikle sıvı ve elektrolit (sodyum, potasyum, klor...) kaybı sebebiyle meydana gelir. (Bkz. Şok).
Portör (taşıyıcı şahıs), hastalık göstermez, ama mikrop kendisinde vardır ve çevresine bulaştırır. Kolerada portörlük sık görülmekle beraber genellikle bir haftayı geçmez. Hastalığı geçiren yaşlı şahısların az bir kısmında, kolera mikrobunun safra kesesine yerleşmesi sonucu müzmin portörlük (taşıyıcılık) meydana gelebilir. Hastalığın yayılmasında portörler büyük tehlike arzederler.
Koleralı hastanın tedavisi hastahanede yapılır. Tedavinin esası, hastaya kaybettiği su ve elektroliti vermektir. Bunun için hastanın çıkardığı sıvı miktarı ölçülür ve gerekli tuzları da ihtiva eden yeterli miktardaki sıvı, hafif vak'alarda ağızdan, ağır vak'alarda ve kurma sebebiyle ağızdan alamayacaklarda damar yolundan verilerek karşılanır. Tetrasiklin grubu antibiyotikler ve kloramfenikol, tedavide etkilidirler, fakat hiç bir zaman sıvı tedavisinin yerini alamazlar. Bu ilaçlar verildiğinde hastaların ve Portörlerin dışkısındaki mikroplar, daha çabuk kaybolur ve bu hastalarda sıvı tedavisi süresi kısalır.
Koleranın kontrolü için hastaların ihbarı ve tecridi, hastanın çıkardıklarının dezenfekte edilmesi, şüpheli kimselerin dışkılarında mikrop aranarak, portör olanların tecrit ve tedavisi gerekir. Hasta ile temas edenler veya kolera bulunan bölgeden gelenler beşgün süreyle karantinaya ahnırlar. Dezenfekte edilmiş bol su sağlanmalı ve düzgün lağım tesisatı bulunmayan yerlerde gerektiği şekilde uygun hela çukurları açılmalıdır. Taşıyıcı rolüne engel olmak için karasinek savaşı yapılmalıdır.
Kolera görülen bir bölgede, sokakta hertürlü yiyecek ve içecek satılması, lokantalarda soğuk içecek ve yemek servisi yapılması yasaklanır.
Bir ferdi hastalanan ev halkının yarısı, portör olabilir. Ev halkına 5 gün süreyle 1 gram tetrasiklin verilir.
Çiğ ve pişirilerek yenen yiyeceklere, septik çukurlara ve kara- sinek mücadelesine, bildirilen usüllerle gereken önem verilmelidir. Evde kullanılan sular ve kuyular kesinlikle klorlanmalı dır. Sular, klor ilavesinden yarım saat sonra kullanılmalıdır. Bulaşma şüphesine karşı, suyu kaynatarak kullanmak en emin yoldur.
Salgın zamanlarda bir bölgede ölenlerin hepsi, kolera hastahanelerince gömülür.Ölüler bu konuda korunma tedbirlerini bilen ve ihmal etmeyen kabiliyette kimseler tarafından yıkanmalıdır. Mezarlar, yeraltı suları ile ilgisi olmayan yerlerde ve derin açılmalıdır.
Altı aydan küçüklere, gebeliğin ikinci yarısında olan kadınlara ve müzmin kalb, böbrek, karaciğer ve kan hastalığı olanlara, aktif veremli, romatizmalı, kimselere kolera aşısı yapılmaz. Aşı 4-6 ay kadar koruyuculuk sağlar. Ortalama olarak yüzde 50 oranında bağışıklık sağlıyabilmektedir. Daha etkili kolera aşıs. hazırlanabilmesi için çalışmalar ve araştırmalar yapılmaktadır. Kolera aşısı, tetanos aşısı gibi yaygın olarak ve her zaman yapılan bir aşı değildir. Ancak salgın zamanlarında risk altındaki toplumu korumak için yapılır.

Koku duyusu bozuklukları

Koku alma kabiliyetindeki. Doğuştan veya sonradan olabilen bu bozukluk çeşitli şekillerde kendini gösterir.
Hiperosmi: Bütün kokulara veya bazılarına karşı aşırı bir duyarlıliktır. En güzel kokular bile rahatsız edici olabilir. Bazı ırklar veya şahıslardaki nisbi koku duyma kabiliyeti fazlalık' ile karıştırılmamalıdır. Menopozda, hamilelikte, adet görme esnasında (menstrüasyon), yumurtalığı çıkarılmış kadınlarda, Basedow hastalığında, koku yolları ve koku merkezin deki tümörlerde, histeride, nevrastenide görülebilir. Bazen refleks olarak bulantı, kusma, başağrısı veya astım krizinden önce husâle gelebilir.

Anosmi: Koku hassasının tamamen ortadan kalkmasıdır. Buradaki bozukluk hiposmideki hasardan çok daha yaygındır.
Soğuk algınlığı, geçici anosminin sık rastlanan bir sebebidir.
Kokular burun tavanına, ön ve arka burun delikleri yolu ile ulaşır. Bu sebeble burun duvarlarındaki şişmeler, septum deviasyonu, polipoz, enfeksiyon gibi çeşitli hastalıklar bu delikleri tıkayarak koku duymağa mâni olabilir. Ayrıca mevcut burun tıkanıklığını açmak için kullanılan vazokonstriktör madde ihtiva eden burun damlaları ve diğer tablet şekilleri uzun süre kullanılırsa, koku hissini giderir. Bu sebepten bu tip ilaçları 5 günden fazla kullanmamalıdır.
Harabiyet, atrofik rinitte olduğu gibi sinir uçlarında, sinirin kendisinde veya koku merkezinde olabilir. Burun içi kaynaklı koku kaybı, tıkayıcı hastalığın bulunduğu yere göre tek veya çift taraflı olabilir.
Parosmi: Mevcut bir kokunun olduğundan başka türlü duyulmasıdır. Sebep çok kere kafa içi tümörlerinin tazyiki, kafaya gelen darbeler, epilepsi (Sara hastalığı), histeri, bazen de burun tavanındaki ihtihabın sinir uçlarını aşırı şekilde uyarmasıdir.
Kokosmi: Dışarıdan hiçbir uyarı gelmediği halde kötü bir kokunun duyulmasıdır. Sinüzit, burundaki yabancı cisimler, mü zmin farenjit ve bademcik iltihabı, dişlerin çürümesi bu durumun sebebleri arasında sayılabilir.

Koku halüsinasyonu: Hastanın gerçekte olmayan kokuları duyması demektir. Sarada, bazı kafa içi tümörlerinde (hasta, yanık lastik kokusu duyduğunu ifade eder), bazı kafa travmalarından sonra; delirium, şizofreni gibi ağır psikolojik buzukluklara bağlı olarak ortaya çıkabilir.

Tedavi: Koku duyusundaki bozuklukların tedavisi, esas sebebin ortadan kaldırılmasına dayanır. Mesela septum deviasyonunun cerrahi olarak düzeltilmesi, enfeksiyonun tıbbi olarak tedavi edilmesi gibi. Ancak harabiyet, koku siniri veya koku merkezinde ise, iyileşme imkanı çok azdır. Çeşitli hareketleri ve işleri yapmamızı sağlıyan önemli bir uzvumuz. Omuz mafsalından, dirsek mafsalına kadar olan kısma kol; dirsek mafsalından elbileği mafsalına kadar olan kısma da önkol denmektedir. Fakat genellikle kol denilince her ikisi birden anlaşılmaktadır.
Kol bölgesinde, humerus isminde tek bir kemik bulunmaktadır. Önkol bölgesinde ise radius ve ulna isminde bir çift kemik bulunmaktadır. Kolun ve önkolun hareketlerini sağlayan kaslar, bu kemiklere yapışmıştır.
Kol, çeşitli yönlere olan hareketlerini (aşağı yukarı, öne, arkaya, içe dönüş, dışa dönüş) omuz mafsalı ve bu bölgedeki kaslar vasıtasıyla yapmaktadır.
Kol üzerinde dört ayrı kas yer almıştır. Bunlar içinde en mühimi iki başlı pazu kasıdır, ön kolun bükülmesini sağlar.
Ön kol ise extansiyon (açılma) fleksiyon (bükülme), içe dönüş ve dışa dönüş hareketlerini dirsek mafsalı vasıtasıyla ve koldan başlayıp, ön kol kemikleri üzerinde sonlanan kaslar vasıtasıyla yapmaktadır. Önkol üzerinde 18 adet kas yer almaktadır. Bunlar el ve parmakların hareketlerini sağlamaktadır.

Kokainomani nedir? Kokainomani hakkında bilgi

Kokain tiryakiliğine verilen ad. Uyuşturucu madde düşkünlüğünün en yaygın
ve en tehlikelilerindendir. Sinirler başlangıçta tatlı bir şekilde uyarılır; fakat
zaman geçtikce vücutta önemli düzensizlilder meydana gelir. Uykusuzluk,
kalb çarpıntısı, iştahsızlık, hezeyanlar, sayıklama, çıldırma, ahlak duygusunun kaybı önemli arızalardır. Kişi, devamlı olarak kokain almak ister. Kokainman, ,hem kendine hem de başkalarına karşı tehlikelidir. Intihar ve cinayet fikirlerini geliştirir.
Tedavi için hasta, bir hasta- hanede doktor kontrolünde kokaini bırakır. Kesilmeden dolayı birtakım belirtiler görülünce hemen tedbir almalıdır. Kokainmanlar, kokain ihtiyaçlarını burundan kokain klorhidrat çekmek veya deri altına şırınga etmek suretiyle giderirler.

Kodeks nedir? Kodeks hakkında bilgi

İçinde, eczanelerde bulundurulması gereken kimyevi maddelerin, ilaçların ve preparatların adları, özellikleri, hazırlanmaları, muayene usulleri bulunan resmi kitap. Kodeksi kaleme alan kurul, Tıp ve Eczacılık Fakültesi profesörleri ile tıp ve eczacılık mesleklerinde çalışan kişiler arasından seçilir. 15 üyeden meydana gelen bu kurulun görev Teri 767 sayılı kanuna göre; "Kodeks komisyonu, ilaç elde edilen kimyasal, hayvani ve bitkisel maddelerin:
1- Türkçe, Fransızca, Latince isimlerini ve eş anlamlarmı,
2-Kimyevi terkiplerini,
3-Üretim şekillerini,
4-Tecrübelere ve tıbbi yayınlardaki gözetimlere ışık tutacak tarzda kimyevi diğer özelliklerini tebit eder."

Kodein nedir? Kodein hakkında bilgi

Afyondan elde edilen bir uyuşturucu (narkotik). Morfınden de üretilebilen
kodein, morfınden daha zayıf bir narkotik olup, alışkanlık yapma derecesi de keza daha azdır. Bu yüzden en çok kullanılan uyuşturucudur. Ağrı dindirme etkisi aspirininkinden çok yüksek, morfininkinden azdır. Uyuşturma etkisi 2-3 saat kadardır. Öksürük azaltma etkisi de olup, astımlı kimseler için tehlikelidir.
Kodeinin alışkanlık yapma derecesi daha az olmakla beraber, morfın ve eroin alanlar bunları bulamadıklarında, kodeine başvururlar. Kodeinin zehir etkisi de nisbeten azdır.

Koch damli hastalığı nedir? KOCH DAMLİ hastalığı hakkında bilgi

Verem (tüberküloz) hastalığının amili. Asidedirençli, çomak şeklinde olan basillerdir. 1882 senesinde Robert Koch tarafından keşfedildiği için Koch basili adı verilmiştir. 1,5-3,5 mikron uzunluğunda ve 0,3 mikron kalınlığında bir bakteridir. Gram boyası ile boyanabilir. Karanlıkta ve düşük ısıda uzun süre yaşıyabilir. Güneş ışığına dayanamaz. Kaynar suda iki dakika içinde ölür. Bu basil, üreyebilmek için oksijene muhtaçtır. Başlıca üç tipi vardır. İnsan tipi ( hominis), sığır tipi (bovin) ve kus tipi (avium). insanlarda hastalık yapanları hominis ve bovin tipleridir. Uygun besiyerlerinde, üç haftada üremektedirler ve bu yolla hastalığın da kesin teşhisi konabilmektedir.

Kleptomani (ÇALMA HASTALIĞI) hastalığı nedir? Kleptomani (ÇALMA HASTALIĞI) hakkında bilgi

Ekonomik sebeplere bağlı olmaksızın, kişide ortaya çıkan, başkalarına ait eşyayı elde etme hissi. Sebebi; psikolojik bozukluğa bağlı olarak husule gelen, çatma içgüdüsüdür. Çoğu vak'alarda çalınan eşya, hiçbir maddi-manevi değer ihtiva etmeyen, basit bir nesnedir. Kleptomanlar, aynı zamanda altta yatan ruhi bozukluğun da belirtilerini gösterebilirler veya bu durum, sadece kleptomani olarak açığa vurulur.Bazı görüşler, kleptomaninin baskılara karşı reaksiyon olarak kişide ortaya çıktığını belirtmektedir. Anne ve babanın yahut diğer üst güçlerin (öğretmen, gruptaki güçlü arkadaşlar, polis vb.) karşısında çocuk, kendi şahsiyet ve gücünü hırsızlıkla ispatlamaya çalişır. ilerleyen senelerde bu davranış tamamıyla yerleşir ve kişinin günlük hayatının bir parçası olur. Kovalanmak (takip edilmek), cezalandırılmak, başkalarında hayret ve dehşet uyandırmak kleptoman için oldukça mutlu ve gayeye ulaşılmış anlardır.Sosyal hayat bakımından bozuk kişilerde ortaya çıkmasına rağmen kleptomani, kişinin aptal veya idrakten yoksun olduğunu ortaya koymaz. Kleptomanların çoğu oldukça zeki ve teknik kabiliyetlere sahip kişilerdir. Onlardaki marazi bozukluk, namuslu ve başkalarının haklarına saygılı bir hayatın sıkıcı olduğuna inanmaları veya bunu şuuraltına böyle yerleştirmeleridir.Başarılı bir tedavi, cezalandırmalara değil, sabırlı psikiyatrik araştırmalara bağlıdır. Burada en önemli faktör, altta yatan sebebi gün ışığına çıkarmak olmalıdır.

kıyazma nedir? Kıyazma hakkında bilgi

Yunanca'da; çapraz anlamına gelen bir kelime. Görme sinirindeki, görme yollarının (x) şeklinde çapraz yaptığı yer için kullanılmaktadır. Yandan gören hayvanlarda (kuşlarda, balıklarda), kiyazmada, görme yolları tam çaprazlaşır, böylece sağ gözden gelen görme lifleri sol tarafa, sol gözden gelenler sağ tarafa geçerler. Çift gözle gören insanlarda, görme yollarının sadece iç kısmı çaprazlaşır, dış kısım aynı taraf beyin yarım küresine gider. Böylelikle her görme yolu kiyazma hizasında ikiye ayrılır, her bir gözden gelen görme sinirlerinin yarısı, karşı taraftan gelenin yarısıyla birleşerek beyne gider. Bu çaprazlanma iki gözle birden görmenin aynı anda olabilmesini Sağlar.

Yumurtalık kistleri nedir? Yumurtalık kistleri hakkında bilgi

Yumurtalık kistleri: Çeşitli yumurtalık kistleri vardır. Bun­lar içinden çok görüleni follikül kistleridir. Bunlar kirazdan yum­ruk büyüklüğüne kadar gelişebi­lir. Cidarları düz, içi saydam sıvı ile doludur, özel bir tedavi gerek­mez, kendiliğinden gerilerler. Bazen yırtılabilirler, iç kanama yapabilirler.
Yumurtalığın corpus luteum denen kisteri, gebelikte gelişebi­lir. 5-10 cm. kadar büyürler, dış gebelikle karıştırılabilir. Tedavi gerektirmez.
Yumurtalığın teka lutein kist­leri, çocuk başı büyüklüğünde olabilirler. İki taraflıdırlar.Tedavi gerektirmez.
Çikolata kistleri ise; rahim iç yüzünü örten dokunun yumurta­lıklarda da yer alması neticesi, adet zamanlarında yumurtalık­larda da kanama olmasına bağlı olarak ortaya çıkarlar. Tedavileri ilaç, şua ve cerrahi yolla mümkündür.

Polikistik böbrek nedir? Polikistik böbrek hakkında bilgi

Polikistik böbrek: Doğuştan­dır. İrsi olarak geçer. Her iki böb­rekte birden görülür, ancak bir böbrekte diğerinden daha ileri safhada bulunabilir. Bu hasta­lıkta farklı büyüklükte ve çok sayıda kist, yavaş yavaş normal böbrek dokusunu işgal ederek onun yerini alır. Böbrekler, nor­mal büyüklüklerin birkaç katına erişmiş olup, içleri berrak veya kanlı bir sıvı taşıyan, üzüm sal­kımı manzarası gösteren kistlerle doludur. Hastalık erişkinlerde genellikle 40-50 yaşları arasında teşhis edilir. Hastalarda bel ve karın ağrıları, idrarda kan bulun­ması, tansiyon yüksekliği, böb­rek yetmezliği, idrar miktarının fazlalığı, idrar yolları iltihaplan­maları, bulunabilir. Üre seviyesi yükseldikten sonra, hastalar genellikle 5 yıldan fazla yaşamaz­lar. Tedavisi yoktur, ancak böb­rek enfeksiyonları ve taş meydana gelmesi önlenmelidir.

Pankreas kistleri nedir? Pankreas kistleri hakkında bilgi

Pankreas kistleri: Genellikle had (akut) pankreatiti takiben yahut karın yaralanmalarından veya ameliyatlarından 3-4 hafta sonra ortaya çıkarlar. Pankreas sıvısı birikintileri ve hücresel artıklar pankreas kapsülü içinde çatlayıp, komşu organların dış zarlarıyla örtülerek bu kistleri meydana getirdiklerinden, bun­lara yalancı kist ismi verilir. Yır­tılmaları tehlikeli olduğundan, cerrahi olarak boşaltılmaları gerekmektedir.

Bilek eklem kistleri (higroma) nedir? hakkında bilgi

Bilek eklem kistleri (higroma): Mafsalların önünde veya yanında bulunan sıvı kesecikle­rin içinde fazla miktarda berrak veya sarımtrak bir sıvının toplan­masıyla meydana gelirler. Ençok bilek ekleminin sırt tarafında görülür. Bilek aşağı doğru bükü­lünce, daha belirgin hale gelir. Bileğin hareketleri biraz ağrılı olabilir. Tedavisi, kesenin cerrahi olarak çıkarılmasıdır.

Tükürük bezi kisti (kurbağa­cık) nedir? Tükürük bezi kisti (kurbağa­cık) hakkında bilgi

Tükürük bezi kisti (kurbağa­cık): Tükürük bezlerinin salgı kanallarının tıkanmasından doğar.

Dermoid kist nedir? Dermoid kist hakkında bilgiler

Dermoid kist: Doğuştan bir rahatsızlık olup, çocuklukta ortaya çıkar. Saçlı deri ve alında orta çizgi üzerinde, gözlerin dış kenarlarında ve dil altında sık olarak görülür. Bunlar üzerlerini örten deriye yapışmazlar. Teda­visi; cerrahi olarak çikarılmala­rından ibarettir.

Kistik higroma nedir? Kistik higroma hakkında bilgi

Kistik higroma: Doğuştan olan, lenf yollarının kistik bir genişle­mesidir. Ençok boyunda görü­lür. Bastırmakla küçülür. Portakal veya çocuk başı büyük­lüğünde olabilirler. Tedavisi cerrahidir.

Yağ kisti nedir? Yağ kisti hakkında bilgi

Yağ kisti: Derideki yağ bezle­rinin ağızlarının tıkanması neti­cesi yağ salgısının birikmesiyle ortaya çıkarlar. Yağ bezlerinin çok olduğu saçlı deri ençok görüldüğü yerdir. Hafif sertdir­ler, yuvarlak ve kısmen hareketli­dirler. İçinde sebum denilen kötü kokulu sakızımsı bir madde var­dır. Tedavisi; cerrahi olarak çı­karıimalarıdır.

Kist hidatik nedir? Kist hidatik hakkında bilgi

Ekinokokkus granülosus isimli köpek tenyası­nın sebep olduğu bir paraziter hastalıktır. Bu parazitin yumur­taları kedi, köpek gibi hayvanlar­dan ağız yolu ile insanlara geçmekte ve barsakta açılan yumurtalar, kan yoluyla vücu­dun çeşitli organlarına gidip ora­larda kistleşmektedirler. Bu kistler, parazitin ara şekilleridir. Bu hastahk insanlara bulaştığı gibi, koyun, keçi, inek gibi hayvanlara da bulaşabil­mekte ve bu hasta hayvanların hastalıklı organların] yiyen köpeklere geçmek suretiyle, para zit olgunlaşmakta ve köpek­lerde küçük bir tenya halinde yaşamaktadır.
Kist hidatik, en çok karaciğer ve akciğerde görülmektedir. Ayrıca dalak, beyin, pankreas, böbrek gibi organlara da yerleşebilmektedir.
Kistler yavaş yavaş büyürler. Karaciğerdeki kist büyüdükçe etrafına baskı yapmaya başlar ve ana safra yollarını tıkarsa sarılığa yol açar. Bu kıstler patlarsa, acıl cerrahi müdahale gerekir. Kist hidatik, zamanla kireçlenebilir ki, bu durumda tehlikesi azalır. Bu kistin içinde kaya suyu denen bir sıvı vardır. Bu sıvının içinde kız veziküller ismi verilen kist taslakları yüzmektedir.
Kist hidatik, bazen elle farke­dilecek kadar büyük ve yüzeyde yerleşmiş olabilir. Ultrasonografı metodu ile (ses dalgaları vasıta­sıyla yapılan bir inceleme) kesin teşhis konulur. Tedavisi cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Bazı anti­paraziter ilâçlar da kullanılmak­tadır. Hastalıktan korunmak için; sebzeler iyice yıkanmadan yenmemeli, kedi ve köpeklerle oynamamalı, başıboş köpeklerle mücadele edilmeli, hastalıklı hay­vanların ciğerleri köpeklere yedi­rilmemelidir. Kist hidatik, karaciğerde olduğu gibi, akci­ğerde de yerleşebilir. Öksürük, balgam, bazen kanlı balgama yol açar. Fazla büyürse nefes almayı biraz zorlaştırır. İltihaplanabilir ve patlıyabilir. Patlarsa ağız yoluyla boşalarak kendiliğinden iyileşebilir, tedavisi cerrahidir. Akciğer röntgenlerinde sınırları gayet düzgün, yuvarlak bir görü­nüm arzeder.

Oksit nedir? Oksitler hakkında bilgiler

Doğuştan olan veya sonra­dan çeşitli sebeplerle ortaya çıkan ve vücudun birçok yerinde görülebilen, içinde genellikle sıvı veya yarı katı bir madde bulunan bir çeşit kese. Kistler bir nohut büyüklüğünden, bir çocuk başı, hatta daha büyük cesametlerde olabilirler.


Vücutta görülebilen çok sayıda kistler vardır:

Kist hidatik

Yağ kisti

Kistik higroma

Dermoid kist

Tükürük bezi kisti (kurbağa­cık)

Bilek eklem kistleri (higroma)

Pankreas kistleri

Polikistik böbrek

Yumurtalık kistleri

Kirpik nedir? Kirpik hakkında bilgi

Göz kapaklarının serbest kenarlarında, genellikle tek sıra üzerine dizilmiş olarak bulunan özel kıllar. Kalınlıkları erkeklerde 67 mikron, kadın­larda ise 90 mikron kadardır. Üst göz kapağındakilerin sayısı 150- 200, alt göz kapağındakilerin ise 70-100 kadardır.
Diğer bölge kıllarına nazaran koyu renklidirler. Nadiren çok ileri yaşlarda beyazlaşırlar. Bazen çok sıralı kirpikler veya bir kısmı beyazlaşmış kirpikler de bulunabilir.
Kirpiklerin ortalama ömrü 5­6 aydır. Şekilleri genellikle düzdür. Bazen alta veya üste doğru kavis yapabilirler, kıvırcık ve dal­galı olmazlar. Kirpik köklerinin iltihaplanmasına "blefarit" denil­mektedir. Bu iltihabın kuru ve sulu şekilleri vardır. Tedavide antibiyotikli merhem ve damlalar kullanılmaktadır. Bazen kirpik­lerin göz küresine doğru kıvrılıp, gözün camsı bölümüne battığı olur ki, bu durumlarda derhal müdahele gerekir.
Kirpiklerin iltilıabı çoğu defa ömür boyu devam eder. Kirpik dökülmesi ve kepeklenme bu durumda karekteristiktir. Çoğu defa görme bozukluğu alta yatan sebep olduğundan, şika­yetler gözlük takınca büyük ölçüde kaybolur. Bir göz heki­mine görünmek faydalıdır.

Kının nedir? Kının hakkında bilgiler

Bir kınakına (cinchona) al­kaloididir. Asırlardan beri sıtmaya karşı kullanılan
kinin, bugün eski değerini kay­betmiş ve yerini yeni sentetik antimalaryal (sıtmaya karşı) ilaç­lara bırakmıştır. Kinin, had sıtma nöbetlerini hızla bastırıp kandaki parazitleri yok ettiği halde, sıtma enfeksiyonunu orta­dan kaldıramamakta ve nüksleri (hastalığın bir süre sonra tekrar­lamasını) önleyememektedir. Yine de, ağır sıtma nöbetlerinde, günde 2 gram kinin sülfat, bir
hafta süre ile verilebilir. Keza habis sıtmada, koma vakalarında serum içinde damara günde 2 gram kinin damla damla verilebilir.
Kinine karşı dirençli plas­modyum (sıtmaya sebep olan parazit) tipleri olduğu gibi, diğer antimalaryal ilâçlara dirençli plasmodyum tipleri de vardır. Buna karşılık sadece kinin kulla­narak netice alınan sıtma yaka­ları da vardır. Kinin gebelere ve çocuklara da verilebilir.
Kinin tedavisi sırasında; kulak çmlaması, bulantı, baş dönmesi, çarpıntı görülebilir. Bazı kimselerde ise kinine karşı allerji vardır. Daha ilk dozlarda ağır allerjik reaksiyonlar görülebilir.
Kininle zehirlenmeye kinko­nizm (cinchonisme) denir. Zehir­lenme sırasında kulak çınlaması, ağır işitme, baş dönmesi, görme bozuklukları, karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal. baş ağrısı husüle gelebilir.

Kızıl nedir? Kızıl hakkında bilgi

Yüksek ateş ile başlıyan, deride nokta şeklinde yaygın kırmızı döküntüler yapan,
had seyirli ve bulaşıcı bir anjin tipi.
Kızıl, onaltınc, ve onyedinci asırlarda tanınmıştır. Sydenham, 1676'da hastalığın klasik tarifini yaparak Scarlatina Simpleks adı ile dünyaya tanıtmıştır.
Kızılın amili, beta hemolitik streptokok adlı bir mikroorga­nizmadır. Bütün dünyada yaygın bir hastalıktır. Ençok kış mevsi­minde görülür. Hastalık kay­nağı, taşıyıcılar ve hastalardır.

Mikroorgani zma, öksürük ve aksırıkla ağızdan fırlayan tükürük damlacıkları üzerine yüklenerek sağlamlara bulasır.
Streptokok her kişide bulu­nabilir. Birisinde basit bir anjin yapar, diğerinde kızda yolaçar. Hastalığın çıkışında, hastalardan çok, sağlam taşıyıcılar önemlidir. Hastanın kullanmış olduğu yatak takımları, temas ettiği ekmek gibi şeyler, bakteriyi taşı­yabilir. Portörler tarafından kirletilen süt içinde bakteri kolay­lıkla ürer.
Erkekler, kadınlara oranla kızda daha çok yakalanır. Yeni doğan çocuk, kızıla hassas değil­dir. 4-5 yaşlarında hassasiyet baş­lar ve 14 yaşına kadar devam eder. Hassasiyet bundan sonra azalır, yetişkinlerde direnç tekrar meydana gelir. Hassas kişilerde, anjine sebep olan streptokokun toksinlerine karşı vücutta allerjik bir cevap mey­dana gelmekte ve kızıl adıyla bili­nen döküntülü tablo ortaya çık­maktadır. Anjin ile kızıl arasında döküntüden baş­ka, hiçbir fark yoktur. Allerjik olmayanlarda st­reptokok sadece anjin yapabil­mektedir.
Kızılın kuluçka dönemi 2-4 gün kadardır. Birden bire başlar, ve ateş titreme ile 39-40°C'ye yükselir. Bu sırada başağrısı, kas ağrıları, bulantı, kusma ve boğaz ağrıs’da vardır. Bademcikler
büyük ve kırmızıdır ve anjin görünümü mevcuttur. Ağız içi kırmızıdır. Dil çilek görünümündedin Dilin bu görünümü kazanması sadece bu hastalığa has olup, teşhisi sağlar. Hastalığın ikinci gününde ateş yüksek sevi­yesine varır ve bu sırada kızıl adıni verdiren tipik döküntüler başlar. İlk olarak boyunda görü­len döküntüler, daha sonra yüze ve gövdeye yayılır. Nokta şek­linde olup, sık olduklarından deride yaygın bir kızarıklık halinde görülürler. Deri kıvrım­larında kırmızı çizgiler halinde­dir (pastia çizgileri). Birinci haftanın sonunda döküntüler solmaya başlar ve kabııklanır.
Kızıl oldukça hafif seyrede­bildiği gibi, nadiren ölümle de sonlanabilir. Bademciklerde yer­leşen streptokoklar, organlara yayılırsa, bademcikler çevresinde apse ve flegmonlar, sinıizit, orta, kulak iltihabı, menenjit; septi­serri, tromboflebit gibi c"erahatli iltihaplara yol açar. Kızılın tok­sik komplikasyonları, hastalığın üçüncü haftasında görülür, bun­larda cerahatlenme ,olmaz.Had yaygın glomerülonefrit. roma­tizma ve kardit, anaflaktik pur­pura gibi hallerdir. Bunlar, antijen-antikor birleşmesi sonu­cu meydana gelen toksik madde­ler ile husûle gelirler.
Hastalığın şiddetine göre, hasta 1-2 hafta yatakta bulundu­rulur. Ateşli devrede sulu besin maddeleri verilir. Şiddetli şekil­lerde derhal antitoksik serum tedavisine geçilir. Adrenalin ve böbreküstü bezi hormonları veri­lir. Hastalığın ilk gününden itiba­ren günde 5-10 milyon ünite, penisilin yapılır ve anjin tamamen geçinceye kadar. devam edilir. Komplikasyonlar çıkmışsa, teda­vi ona göre ayarlanır.
Kızıl oldukça kuvvetli bir bağışıklık bırakır; fakat bir geçi­renin bir daha yakalanması da mümkündür. Kızıldan korun­mak, ancak streptokoklara karşı genel korunma ile mümkündür. Streptokoklar, tabiatta yaygın Olduğundan, bunların vücuda girmesine engel olma gayreti tu­tarsız ve faydası azdır.
Şahsi korunma bakımından enfeksiyon yuvası olmuş badem­eikleri, çürük dişleri çıkarmak, sinüzit veya diğer streptokok odaklarını tedavi etmek gerekir.
Allerjiyi gidermek için kızıl ;Asım düşünülmüştür. Fakat halen. uygulanmamaktadır. Kızıl, geniş salgmlar yapmadığm­danaşı üzerinde durulmamakta­dır. Antitoksik serum da üretilmemektedir.

Kızamıkçık nedir? Kızamıkçık hakkında bilgi

Özel bir vırüs ilerden meydana gelen, bulaşıcı bir hastalık.

Hastalığı, ilk olarak Nag­ner; 1829'da kızamık ve kızıldan ayırmıştır. 1938'de Hiro ve Tasaka, hastalığı deney yolu ile sağlamlara bulaştırmayı başar­mışlar ve sebebinin bir virüs ol­duğunu bulmuşlardır.
Hastalık, en çok kış ve ilkba­har aylarında artar, geniş salgın- lar yapmaz. Temas ile bulaşır. Daha çok 2-10 yaş arasındaki çocuklarda görülür. Büyükler arasında nadirdir. Kuluçka dönemi; 15-25 gün arasında deği­şir. Hastalık, hafif nezle ve ateşle başlar. Yüksek ateş 3-4 günde normale iner. Hastada biraz hal­sizlik, hafif baş ağrısı, nezle ve konjonktivit (göz iltihabı) vardır. Üçüncü günü baş ve yüzden baş­layan döküntüler boyun ve göv­deye yayılır. Döküntüler, pembe renkte yuvarlak ve deriden hafif kabarıktır. Kızamık döküntüle­rinden daha seyrektir. 2-3 gün içinde solarlar. Kızamıkçık hafif geçer. Boyundaki lenf bezleri grup halinde büyür. Kızamıkçık, özellikle gebeliğin ilk üç ayında hastalığa yakalanan annelerin çocukları için tehlikelidir. Çocu­ğa geçen kızamıkçık virüsü, ço­cuğun normal gelişimini boz­makta ve çocuğun bir takım anormalliklerle doğmasına yol açmaktadır. (Kalb anormallik­leri, göz anormallikleri, sağırlık vs.). Teşhis koyarken, kızamık­çığı diğer döküntülü hastalıklarla karıştırmamalıdır.
Kızamıkçık, tedavi gerektir­meyecek kadar hafif seyirli ve iyi gidişlidir. Hastalara yatak istira­hati tavsiye edilir. Ateş düşün­ceye kadar hafif bır diyet (perhiz) verilir. Gerekirse aspirin ve vita­min de verilebilir. Hastaların bir hafta tecridi, bulaşmasının önlenmesi bakımından yeterli­dir. K ızamıkçıktan hamilelerin korunması önemlidir. Hamile bir kadının, çocukluğunda kızamık­çık geçirmemişse, kızamıkçıklı çocuklarla teması kesin olarak önlenmelidir. Enfeksiyon tehlikesi bulunan kadınlara gamma globülin uygulanmalıdır. Zayıf da olsa bir bağışıklık sağlayan kızamıkçık aşışı, kızamıkçık geçirmemiş olan hamile kadın­lara yapılabilir. (Ölü aşı). Gebelere canlı aşı uygulanmaz.
Kızamıkçık, tekrarlayan bir enfeksiyon hastalığıdır. Aşıla­mada en iyi metod, kız çocukları­nın canlı aşı ile aşılanmaları ve olgunlaşma yaşına gelenlerin, incelenerek sadece bağışıklığı kalmamış olanların yeniden aşılanmalarıdır.

Kızamık nedir? kızamık hakkında bilgi

Özel bir virüsle meydana ge len, bulaşıcı bir çocukluk hastalığı. Kızamığı ilk olarak, 860 senesinde İslam âlimi Razı' bildirmiştir. Sydenham ise; onyedinci asrın ikinci yarısında hastalığı tarif etmiş ve onseki­zinci yüzyıldan itibaren de kıza­mık salgınları tanınmaya baş­lamıştır. 1911'de Adersan ve Goldbergen, kızamığı insanlar­dan maymunlara nakletmişler ve sebebinin bir virüs olduğunu bildirmişlerdir.
KızamıK, çocuk hastalıkları arasındadır. Yetişkinlerde görül­memesi, bunların, çocuklukta kızamık geçirmiş olmalarına bağlıdır. Eğer çocukluğunda geçirmemişse, yaşlılığında bile geçirebilir. Kızamık, tükürük damlacıkları ile bulaşır. İyi hava­landırılan, güneşli bir odada kızamığı alma ihtimali azalır. Sonbaharda hastalık artar. Kış aylarında, bilhassa Mama ve soğuk geçen Nisan aylarında en üst seviyeye çıkar. Salgınlar yapar. Yaz aylarında pek görül­mez. Hastanın kullanmış olduğu çamaşır, oyuncak ve yemek kap­larının hastalığın bulaşmasında rolü yoktur. Fakat, kaşık, çatal temizlenmeden ve kısa bir zaman içinde duyarlı bir kişi tarafından kullanılırsa, hastalı­ğın bulaşmasında rol oynayabi­lir. Hastalığın mikrobu, hastaların öksürük ve aksırıkları ile atılan tükürük tanecikleri üze­rinde bir kaç saat havada serbest kalır. Teneffüs yolu ile alınarak vücuda yerleşir. Kızamığın kuluçka süresi 9-10 gün kadar­dır. Hastalık, hafif titreme ve ateş yükselmesi ile başlar. Nezle hali vardır. Çocuğun gözleri kızarmıştır ve ışığa bakamaz. Bademcikler şişmiştir. Öksürük de vardır. Kızamığın en kafi belirtisi olarak ağız içinde yanak mukozasında gri-beyaz renkte, iğne başı büyüklüğünde çevresi koyu kırmızı lekeler olan "Koplik lekeleri" görülür.
Nezle, öksürük viz konjonkti­vit (göz iltihabı) ile geçen 3 veya 4 günden sonra 39-40°C de devam eden ateş düşmeye başlar ve bunu takiben kulak ardından, alından ve saçlı deriden başlıyan ufak pembe-kırmızı döküntüler ortaya çıkar. Döküntülerin gö­rünmesinden sonra ateş tekrar yükselir, nezle ve konjonktivit daha da artar. Döküntüler bü­tün vücuda yayılır. 5-7 gün için­de kaybolur. Kızamık, belli be­lirsiz seyredebildiği gibi ölüme kadar götürebilecek derecede ağır da seyredebilir. Vücudun direncini kıran bir hastalıktır. Dolayısıyla seyri esnasında vü­cutta bulunan birçok fırsatçı mik­roorganizma çeşitli iltihabi ha diselere yol açabilir; orta kulak ikili:abi, ağız iltihabı, gastroente­rit, zatürre, larenjit, bronşit, me­nenjit, beyin iltihabı gibi...
Kızamık, 3 yaşın altında, yaş­lılarda ve hamilelerde tehlikeli­dir. Beslenmesi bozuk, küçük çocuklarda, zatürre ile birlikte genellikle ölüme yol açmaktadır. Hasta; sık sık havalandırılan ve güneş gören bir odaya yatırılır. Odanın ısısı 18-22°C arasında olmalıdır. Ateşli dönemde süt, sütlü yiyecekler, meyve suları, et suyu verilir. Hasta isterse haş­lanma veya ızgara etler, yumur­ta, taze meyva ve sebze yedirilmesinde mahzur yoktur. C vita­mini faydalıdır. Kızamtğın özel bir ilacı bulunmamaktadır. Has­ta, nezle ve döküntü bitinceye kadar ayrı bir odada yatırılır. A­ğız temizliğine dikkat edilir. Ge­rekirse, ağrı kesici, ateş düşürücü ilaçlar verilir. Ortaya çıkan başka hastalıklar da varsa tedavi edi­lir. Kızamığın ihbarı mecburi­dir. Hastanın en az 9 gün tecridi gerekir. Salgınlarda, nezleli çocukları okula göndermemeli­dir. Canlı kızamık aşısı, koru­mada çok faydalıdır. 10 aylık iken aşı yapılmalıdır. Kızamık, daimi bir bakıklık bıraktığından, bir geçiren bir daha geçirmez. Salgınlarda kızamıktan korun­mak için, yerine göre hassas ço­cuklara kızamık serumları da uy­gulanabilir. Kızamık aşısı ile ço­cuk çok hafif bir kızamık geçir­mekte ve bir daha kızamık olma­maktadır.

Kırık nedir? Kırıklar hakkında bilgi

Kemiğin devamlılığının veya anatomik bütünlüğünün bozulması. Kemiğin kırılması için ya doğrudan doğruya veya dolaylı bir darbeye maruz kalması lazımdır. Mesela, kol üzerine ağır bir cismin düşmesi ile veya yüksekten düşüp de yere çarpan kemiğin kırılması doğru­dan darbeye maruz kalarak kırıl­malardır. Yüksek bir yerden atlayan şahsın ayak üstü düşme­sine rağmen omurgasının kırıl­ması da dolaylı darbe ile kırılma­dır. Bazı kanser çeşitlerinde kemikler hafif bir dokunma ise kemikler hafif bir dokunma ile kırılabilmektedir ki, bunlara da patolojik kırıklar denmekte­dir. Uzun süre yürüyüş yapanla­rın ayak kemikleri de kırılabil­mektedir ki bunlara da "stres kı­rıkları" denmektedir. Kırık üzerindeki deride açılma yok­sa, buna "kapalı veya basit kı­rık" denir. Eğer kırık, deri açılıp da ortaya çıkarsa, buna da "açık kırık" denir. Bu halde enfeksiyon tehlikesi vardır. Çocuklarda ye­şilağaç kırığı, kemiğin eğildiği ve yarım kırıldığı bir kırık türüdür. iyileşme; yaşa ve kırığın yerine göre oldukça farklı zamanlarda tamamlanır. Çocukta dört ila altı hafta arasında olabilirken, eriş­kinlerde üç dört ayı bulabilmek­tedir. Kemik yaralanmalarındaki bütün şüpheli vakâlar kırık kabul edilmeli ve mütek.ssısma gösterilmelidir. Ancak tedavinin prensipleri her vakâda aynıdır. Kırığı olana müdahale ederken dikkatli olmalıdır, zira ağrısının arttırılması şoku da arttırır ( Bk z. Şok).

Belirtileri: Yaralı; kırığını duy­muş veya hissetmiştir. Krepitas­yon, yâni kırık kemik uçlarının birbirlerine sürtünmesi ile kıtırtı sesi çıkabilir. Hasta, yaralı orga­nını hareket ettiremiyor veya hareket ettirirse, ağrı duyuyor olabilir. Kırık etrafındaki alan hassas, şiş veya morarmış olabi­lir. Kol veya bacak normalin dışında bir dpruş gösterebilir.
Müdahalenin esastarı:

1) Şüp­heli bir kırığa dikkatli yaklaş­malı, yaralı kısım mümkün olduğu kadar az hareket ettiril­meli, bu arada hastayı rahat ettir­melidir. Açık kırık üzerindeki el­biseyi çıkartmalı veya kesmelidir.

2) Yarayı, temiz bir bez ile ka­patıp, simit şeklinde dürülmüş bir sargı bezi veya kumaş!, yara ortada kalacak şekilde yerleştirmeli; bu da bulunmazsa bir kibrit kutusu, sigara kutusu gibi bir nesneyle üstünü örtmelidir.

3) Yaralı kısma destek sağlayacak şekilde dikkatle bandaj yapılma­lıdır. Yara üstünün simit şeklinde veya kutuyla kapatılması banda­jın yaraya baskısını azaltacaktır. Bandajın çok sıkı olması kan dolaşımını engeller.

4) Kırık hareketsizleştirilmelidir. Eğer kı­rık, bacaktaysa sağlam olab ba­cak atel olarak kullanılmalı ve kırıklı bacağa diz, bilek ve ayak etrafından sarılan bandajlarla bağlanmalıdır. Bacaklar arasına yastık görevi görecek havlu gibi yumuşak birşey koymalıdır. Far­kına varılmamış başka kırıklar olabilir; kırığa komşu doku, damar ve organlarda yaralanma ve kanama olabilir. Her bakım­dan bir mütehassısa derhal görünmek zaruridir.

Başarılı bir tedavi, kırığın redüksiyon tâbir edilen yerine yerleştirilmesini ve sonra uygun süre hareketsizleştirilmesini ge­rektirir. Redüksiyon, tekrar ve normaline uygun bir şekilde bir­leştirmektir ve kapalı olarak, yâni elle ve traksiyon (çekme) aletle­riyle veya cerrahi olarak yapılır.